. Diğer haber mektublarımıza bir göz atın:
 

 

GÖKOVA-Akyaka'yı Sevenler Derneği'nden

Sicil No: 48 - 06 - 048

AKYAKA - 48650 - ULA

HABERLER TEMMUZ 1993

 

Temmuz 1993

Sayın Üyelerimiz,

Mayıs ayı içinde 250 adet olarak bastırdığımız, üyelerimize, belde halkına ve ilgilenenlere bedelsiz olarak dağıttığımız ilk haber mektubumuzdan sonra sizlerden aldığımız, bizleri yüreklendiren istekler üzerine ikinci mektubumuzu da hazırlamaya karar vermiştik. Bununla beraber, ilk mektubumuzun dizgi ve baskı masrafının 1 milyon TL.'sını bulmasında ötürü, ikinci mektubumuzun yayınlanmasını, Temmuz ayında yapılacak Genel Kurul Toplantısı sonrasına bırakmıştık. Bu arada, baskı masrafımızı karşılamak üzere, Dr. Gülen ÖNÜT tarafından 1 milyon TL.'lık bir bağış yapılması mektubumuzun yayınının öne alınmasını sağlamıştır. Kendilerine teşekkür ederiz.

15 Haziran 1993'de yapılan Yönetim Kurulu Toplantısı'nda, Genel Kurul Toplantısı'nın 23 Temmuz Cuma günü saat 17.00'de Kerme Tur mevkii Kerme Tur restoran kapalı salonunda; çoğunluk sağlanamadığı takdirde, 30 Temmuz Cuma günü aynı yer ve saate yapılmasına karar verilmiştir.

Üye sayımız 105'e ulaştığından ilk toplantıda çoğunluğu sağlamamız zordur. Bundan dolayı, bütün üyelerimizin ikinci toplantısına katılmalarını rica ederiz.

Bu toplantı, onaylarınızla, tüzük değişikliğine gidileceğinden çok önemlidir.

İlk olarak, tüzüğümüzün, amaçlarımızla ilgili 3. maddesinin sonuna, aşağıdaki "m" fıkrasını, onaylarınızla, eklemeyi düşünmekteyiz:

3. madde "m" fıkrası: Dernek, amaçlarını gerçekleştirebilmek ve yaymak için her türlü süreli veya süresiz bülten, broşür, dergi, gazete, kitap, v.s. yayınlayabilir.

Birinci mektubumuzda yayınladığımız, tüzüğümüzün 3. maddesine bu ilave yapıldığı takdirde, her türlü yayın yapabilmemiz, yayınları her yerde dağıtabilmemiz ve masrafımızı karşılayabilmek için bağış karşılığı ilan alabilmemiz mümkün olacaktır. Dernek yayınlarının bedelsiz olarak dağıtılması yasa gereği olduğunda, yayınlarımızı gerçekleştirebilmemizin ancak bağışlarınızla mümkün olacağını da hatırlatırız. Derneğimizin yayın yapabilmesi için yazılarınıza ve yardımlarınıza da ihtiyacımız olduğunu ayrıca belirtiriz.

İkinci olarak, tüzüğümüzün II. maddesini aşağıdaki şekilde değiştirmeyi düşünmekteyiz:

II. madde: Genel Kurul her yıl, Haziran-Temmuz-Ağustos-Eylül aylarından birisi içinde toplanır.

Bu maddenin eski şekli ise: "Genel Kurul her yıl Temmuz ayı içinde toplanır" şeklindedir.

Üyelerimizin büyük bir kısmının, Mayıs-Haziran aylarında Akyaka'da bulundukları; Temmuz-Ağustos aylarında burada olmadıkları ve Eylül ayında tekrar Akyaka'ya geldikleri gözlenmiştir.

Dernek Genel Kurulları'nın en yüksek katılma oranı ile toplanması arzumuz olduğundan, bu değişiklik oylarınıza sunulacaktır. Böylece Yönetim Kurulu, üyelerimizin çoğunluğunun Akyaka'da bulunduğu bir zamanda Genel Kurulu toplama imkanına kavuşacaktır.

Tüzüğümüzün 7. maddesi "c" fıkrasında: "Aidat borcunu ödeyen her üyenin Genel Kurul Toplantısı'na katılmaya......" ve tüzüğümüzün 13. maddesinde de: "..... bu bildirime katılacakların listesi eklenir; liste bütün aidat borçlarını ...... üyelerden oluşur" denilmektedir. Bu maddelerden dolayı, derneğimize aidat borçları bulunan bütün üyelerimize mektup yazılmıştır. Belediye hoparlörlerinden de, ayrıca, genel bir duyuru yapılmıştır. Temmuz ayı ilk haftası sonuna kadar, Mülki Amirliğe Genel Kurul bildirimi yapılmadan önce, bütün üyelerimizin borçlarını ödemelerini tekrar rica ediyoruz. Ödemeyenler, maalesef, listeye dahil edilmeyecekler ve dolayısıyla Genel Kurul'a katılma ve oy verme haklarını kaybedeceklerdir.

Arzumuz, üyelerimizin derneğimizde daha aktif olmaları ve komisyonlarda görev almalarıdır. Önceki Genel Kurul'larda kabul edilen komisyonlar:

Çevre Komisyonu, İmar Komisyonu, Yeşillendirme Komisyonu, Çevre Sağlığı Komisyonu, Trafik Komisyonu, Turizm Komisyonu, Güzel Sanatlar Komisyonu, Kültür Komisyonu, Kermes Komisyonu, Yayın Komisyonu'dur.

Bunlardan Kermes Komisyonu, geçen Ağustos'ta Sayın Leyla Bakanoğlu başkanlığında çalışmış, başarılı bir kermes tertip etmiş ve derneğimize gelir sağlamıştır.

Yayın Komisyonu'muz da, tüzük değişikliğinden sonra çalışmaya başlayacaktır.

Önümüzdeki Genel Kurul'da, komisyonlar listesine eklenmesini istediğiniz komisyonlar olup olmadığı sorulacak ve fiilen görev almak istediğiniz komisyonların yazılı olarak bildirilmesi rica edilecektir.

Üye adedi her gün artan derneğimizin, Akyaka'nın doğası ve çevresi ile muhafazası ve daha iyi yönde gelişmesi, yönetilmesi için aktif rol alma; belediyemize yardımcı ve karşılıklı eşgüdüm içinde olma zamanı artık gelmiştir.

Beldemizde yapılan ve yapılacak işler hakkında Belediye Başkanı'mız Sayın İsmail Akkaya'dan alınan bir beyanat ekte sunulmuştur. Belediyece yapılan ve yapılacak işlerin, önceki Genel Kurul'larımızda kabul edilen ve ilk mektubumuzda tekrar belirtilen "dernek öneriler listesi" ile karşılaştırılmasını ve yeni önerilerinizin derneğimize ve belediyemize yapılmasını da ayrıca rica ederiz.

İlk mektubumuzda, 8 Mayıs 1993 Cumartesi günü saat 10.00'da Ören'de Gökova-Kermerköy Termik Santralının çalıştırılmasının önlenmesi için yapılacak etkinliğe bütün Akyaka'lıları davet etmiştik. Bu etkinlik gerçekleşmiş ve beldemizden, Salih Pekmezci'nin minibüsü ile 27 kişi ve özel arabaları ile 10-15 kişi Ören'e gitmiştir. Ören'e varan gruplardan ilki akyakalılar olmuştur. Keza, santral sınır tellerine de siyah kordelalar da ilk olarak akyakalılar tarafından bağlanmıştır. Bu gezi ile ilgili ayrı bir yazı ekte sunulmuştur.

Bu yazıda oluşacağınız bazı teknik bilgilere ek olarak, Türkiye 5. Enerji Kongresi Tebliğleri'ne dayanarak, bazı ek bilgiler vermek istiyoruz: Yatağan Bölgesi'nin ticari değeri olmayan linyitleri içinde, teşekküllerinden beri, eser miktarda uranyum ve toryum gibi radyoaktif mineraller bulunmaktadır. Bu linyit kömürlerin termik santrallarda yakılması sırasında, kömürün bileşimindeki bu mineraller (radyonüklidler) zenginleşmiş olarak baca ve yer küllerine geçmektedir. Deneylerde kullanılan baca küllerinde 178.88 ppm uranyum; yer küllerinde ise 139.05 ppm uranyum olduğu görülmüştür (*). Bu oranlara göre de kül içinde, yılda 300 ton uranyum oluştuğu hesaplanmıştır. Bu miktar, 2000 MW gücündeki bir nükleer santralın yıllık gereksinimini karşılayacak büyüklüktedir. Yatağan ve Yeniköy santralları çevreyi yeterince kirletmişlerdir ve gerekli önlemler alınmadıkça, kirletmeye devam edeceklerdir. Bu ve aşağıda Suzan ALBEK'in yazısında verilen bilgiler, henüz kirletilmemiş olan Ören ve çevresinin doğası ve çevresi ile temiz kalabilmesi için, Gökova-Kemerköy Termik Santralı'nın, tecrübe çalıştırılmasından sonra, devreye alınmaması gerekliliğini ortaya koymaktadır.

1987 verilerine göre, Türkiye'de kişi başına elektrik enerjisi tüketimi 856 kwh/k ve Türkiye'nin nüfus artış oranı %2.2-2.4 olduğu, sanayileşmemizin de henüz tamamlanmamış bulunduğu, 1989 verilerine göre Türkiye'nin yıllık elektrik enerjisi üretiminin %47.1'i katı ve sıvı yakıt kullanan termik santrallarda üretildiği göz önüne alındığında Türkiye'deki termik santralların kapatılamıyacağı gerçeği de ortaya çıkmaktadır. Kişi başına elektrik enerjisi tüketiminin Yunanistan'da 3072 kwh/k, dünyada ise ortalama 2085 kwh/k olduğunu da ayrıca belirtiriz.

Yapılacak iş, termik santrallara, özellikle de Yatağan ve Yeniköy santrallarına 'kül tutucu' filtreler ile 'desülfürüzasyon ve katalitik denitrifikasyon' cihazlarının bir an evvel takılmasıdır. Prof. Dr. Nejat Aybers'e göre, cihazların ve filtrelerin takılmasının üretim fiyatları üzerindeki etkisi %20-25 pahalılaşma şeklindedir. Yöre halkına ödenmekte olan ve ödenecek tazminatlar, zaten pahalılığa sebep olmaktadır.

Ayrıca küllerin üzerinin de toprakla örtülmesi ve ağaçlandırılması gereklidir.

Tercih edilmesi gereken en iyi yol ise, bundan sonraki termik santral ihaleleri için şartnameler hazırlanırken, modern tip santralların seçilmesidir. Eski tip santrallarda külün %10'u baca gazları ile havaya karışırken, yeni tip santrallarda oluşan külün %99.5'i tutulmaktadır. Örneğin İngiltere'de, 200 MW gücündeki Dideo Santralı'nda günde 22.000 ton kömür yakılmakta, 2500 ton uçucu kül oluşmakta ve bunun sadece 10-15 tonu atmosfere kaçmaktadır.

Çevrecilerin karşı çıkmasına rağmen, raporlara ve dünyadaki tatbikat sonuçlarına göre, en çevreci santralların nükleer santrallar olduğu bir gerçektir (Şahsi görüşüm).

Gökova-Kemerköy Termik Santralı'nın üretime geçmesini engellemek için: "Gökova Sürekli Eylem Kurulu" oluşturulmuş ve Eylül ayı içinde Ankara'ya bir yürüyüş yapılması kararlaştırılmıştır. Derneğimiz de bu yürüyüşe davet edilmiştir. Yönetim kurulumuz konuyu incelemiş, böyle bir organizasyonun pratik ve başarılı olamayacağı gerekçesi ile, yürüyüşte yer alınmamasını fakat desteklenmesini kararlaştırmıştır.

5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde de Çevre Bakanı Sn. Doğancan AKYÜREK, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sn. Ersin FARALYALI, Devlet Bakanı Sn. Erman ŞAHİN, Sn. Muğla Milletvekillerine ve Sn. Valimiz Dr. Lale AYTAMAN'a telgraf çekerek, Yatağan ve Yeniköy santrallarına filtrelerin takılacağı, Gökova-Kemerköy Santralı'nın da devre dışı bırakılacağı umudumuzu belirtip, Çevre günlerini kutladık. Sn. Valimiz Dr. Lale AYTAMAN da nazik bir mesajla telgrafımızı cevaplandırdılar.

Diğer konulara gelince, geçen mektubumuzda azmak kuşlarını inceleyen Heike THOL-SCHMİTZ, bu defa azmaktaki balıkları incelemiştir. Akyaka'ya yerleşmiş bir yabancı olan Tony SENEVİRATNE, Akyaka izlenimlerini yazmıştır.

Ayrıca, 1885 yılında Kerme Körfezi'ne yapılan bir gezinin raporunun Sedir (Şehir) Adası kısmı ile İdyma (Akyaka Kozlukuyu) kısmını da yayınlıyoruz. Tercüme eden Suzan ALBEK'e teşekkür ederiz. İleriki bültenlerimizde, bölgemizle ilgili arkeolojik raporları yayınlamaya devam edeceğiz. Ellerinde, özellikle bölgemizin Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet devrine ait belge ve bilgi olanların, yayınlanmak ve arşivimizde muhafaza edilmek üzere, bunları derneğimize vermelerini rica ederiz.

Örneğin, 1946 yılı Meskün Yerler Kılavuzu'nda; Akyaka + Kozlukuyu + Akçapınar; Muğla İli, Gökova Bucağı, Gökova muhtarlığı mahalleleri; Ula ise, belediyelik olan Gökova Bucağı mahallesi olarak gözükmektedir.

Oturduğumuz yerin geçmişini ne kadar doğru ve iyi bilirsek, bu yeri o kadar çok benimser ve geleceğine değer veririz.

Genel Kurulumuzda ve gelecek bültenimizde buluşmak umuduyla.

Dernek Adına

Başkan

Aydın TURUNÇ

Sayfa başına

 

Akyaka Belediye Başkanı Sayın İsmail AKKAYA'nın yazısı henüz elimize geçmediğinden basılamamıştır. Elimize geçince ayrıca bastırılıp üyelerimize dağıtılacaktır.

 

GÖKOVA'NIN ORTA YERİ SANTRAL

8 Mayıs 1993 "Gökova Çıkartması" günü. Biz, GÖKOVA-Akyaka'yı Sevenler Derneği üyeleri, başkanımız Aydın TURUNÇ ve köyümüzün muhtarı Mehmet Datça ile birlikte, "Muğla Çevre Koruma Kurulunun çağrısına gönülden katılarak, sabah yedi buçukta minibüsle, özel arabalarla yola çıktık.

Meslek Odalar, Çevre Gönüllüleri ve diğer demokratik kitle örgütleri üyeleri Muğla'da toplanmışlardı. Göğüslerinde "Haydı Gökova'ya" yazılı tişörtlarla dolaşan genç kızlar, önlerine takılmış pankartlarla otobüsler ve minibüsler ve yağmur. Biz de yakalarımıza "Termik Santral istemiyoruz", "Haydi Gökova'ya" amblemini iğneleyerek hareket ettik.

Muğla-Yatağan arası 20 km termik santral iki kilometre daha içeride, Yatağan ilçesinin çıkışında bulunuyor. Hıdrellez gelmiş geçmiş, çevremiz yemyeşil. Bir an acaba on yıldır çalışan Yatağan Termik Santralı bitki örtüsüne bir zarar vermemiş mi diye düşünürken en başta zeytin ve tütün olmak üzere ürününün zarara uğradığını ileri sürerek TEK'e karşı dava açmış olan yöre tarımcılarının son bir yılda iki milyar TL tazminat almış olduklarını anımsadık. Santralın pek yakınında bulunan, Karya'nın önemli antik kentlerinden Stratonikeia'nın kalıntılarının da ne derece yerine konulmaz zararlara uğramış olduğu ve daha da uğrayacağı, pek sözü edilmeyen ayrı bir sorun.

Yeşilin bıçak gibi kesildiği santral çevresinde kömürün yakılması sonucu ortaya çıkan kül dağları var. Kapsadıkları alan 180 dekar imiş. Bugün külün çevreye savrulmasını ve zarar vermesini önlemek için bu kül dağlarının üzerlerinin 60 cm kalınlıkta bir toprak katmanıyla örtülmesi düşünülüyor. Son haberlere göre de büyük bir kül yığınının üstü toprakla örtülmüş ve ağaçlandırılmıştır.

Yatağan'dan 42 km ötede, Milas girişinde belediye adına ilçenin trafik görevlileri selamladı bizi. Ören'e doğru ilerlerken yol boyunca iki yandaki yamaçlarda kömür katmanları açıkça görülüyor. Yüksek Mühendis Aydın Turunç'un verdiği bilgiye göre bu kömür, düşük kalorili (2100 + 200 k.cal/kg), kül (%28 - 35), nem (%32 - 40) ve kükürt (%0.7 - 2.6) oranı yüksek linyittir. 1989 yılı itibariyle Muğla ili toplam görünür rezervi 706 milyon tondur ve bunun 394 milyon tonu işletilebilir rezervdir. Bu kömür oluştuğundan bu yana radyoaktivite taşımaktadır. Hatta bu gölgede bir Geiger aleti kullanırsanız, sürekli radyoaktivite işareti verir. Ancak bu topraklar üzerinde binlerce yıldır insanlar yaşamışlar ve bu yüzden bir zarar görmemişlerdir. Kömürde bulunan radyoaktif maddeler santralde yanmadan dolayı yoğunlaşmakta ve ayrıca radon gazı oluşmaktadır.

Milas'tan sonra, 45 km boyunca virajlı bir yoldan denize doğru inerken, ilk önce Yeniköy Santralı'nı gördük. Daha sonra, bir vadide yerleşmiş olan Gökova Kemerköy Termik Santralı'nın, tepesinde kırmızı halkalar olan 300 metre yüksekliğindeki bacası karşımıza çıktı. Tel örgülerle çevrilmiş olan santral bir dere kenarında yer alıyor. Tepelerde göz alabildiğine uzanan taşıma bantları çalışmaya hazır bekliyor. Türkevleri Köyü santralın tam önünde. Santrale ilk direnme burada başlamış. Bölgede turfandacılık, arıcılık ve narenciye üretimi yapılması ve köyün mavi yolculuk şeridi üzerinde bulunması nedeniyle muhtar ve bütün köy halkı santral yapılırsa hem turizm hem tarım ölecek diye karşı koymaya uğraşmışlar ancak bir sonuç alamamışlar. 1984'den itibaren kamulaştırma çalışmaları başlamış. Yöredeki Sek Köyü halkı Yatağan'ın Eskihisar halkı gibi Gökçeada'ya iskan edilmiş.

Yatağan-Yeniköy-Gökova-Kemerköy Santralleri'nin oluşturduğu alan, çevrecilerce Şeytan Üçgeni diye adlandırılıyor. Çünkü, Yatağan Termik Santralı'ndan dolayı günde 5000 - 6000 ton yer külü, 30 - 40 ton baca külü ve 600 ton SO2 gazı; Yeniköy Termik Santralı'ndan dolayı günde 3000 ton yer külü, 30 ton baca külü ve 400 ton SO2 gazı ortaya çıkmaktadır. Kemerköy Termik Santralı da devreye girince, 5000 ton yer külü, 50 ton baca külü ve 600 ton SO2 daha ortaya çıkacak, çevreye ve havaya atılacaktır.

Kemerköy Santralı devreye girince günde toplam 35 - 40.000 ton düşük kaliteli ömürün yakılmasıyla ortaya çıkan SO2 (kükürt dioksit) havadaki su buharı ile birleşerek asit yağmurlarına neden olacak. Çeşitli toplantılarda ve yayınlarda uzmanların belirttiğine göre asit yağmurları insan ve çevreyi kömürün yanmasıyla ortaya çıkan radon gazından daha çok etkileyecektir. Ayrıca Kemerköy Santralı'ndan sıcak olarak çıkan soğutma suyunun denize verilmesiyle Gökova Körfezi'nde yaşam derinden etkilenmektedir.

Bütün bu olumsuz düşüncelerle, santralı arkamızda bırakarak Ören Beldesi'ne doğru ilerlediğimizde, Gökova Körfesi'nin kuzeydoğusundaki kayalık Kıran Dağları'nın önündeki geniş arazide yerleşmiş olan antik Keramos kentinin ilk kalıntıları kendini gösterdi. Yarı yıkık sur kapıları, kemerler, çamlar arasında tepelere doğru tırmanan sur duvarları, büyük taş bloklar... Bu kalıntılar ve arkeologların bulmuş oldukları madeni paralar ve yazıtlar, Keramos'un antik çağda İsa'dan önce VI. yüzyıldan itibaren önemli bir kent olduğunu, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerini yaşadığını kanıtlıyor (bkz. G.E. Bean, Karia, s. 52). Burada, duvar resimleri hala görülebilen bir Bizans kilisesi ve bir Osmanlı kervansarayının da kalıntıları bulunuyor.

Deniz kenarındaki bugünkü Ören Beldesi'ne geldiğimizde, şiddetli bir yağmur altında kaldık. Buna karşın deniz yatlarla doluydu ve sahilde "Gökova Termik Santraline Hayır" demeye gelmiş 3000 kişiye yakın bir kalabalık vardı. Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği Muğla Şubeleri, Muğla Tabib Odası, Muğla Barosu, Muğla Kadın Dayanışma Grubu, İHD Muğla Şubesi, Bodrum Gönüllüleri, SOS Akdeniz Bodrum Grubu, Yatağan Çevre Koruma Derneği, Muğla, Marmaris, Milas, Yatağan, Ören Belediyeleri'nin katkılarıyla "8 Mayıs Gökova Çıkartması" başlıyordu.

Güneş açınca, etkinlik, Ören Belediye Başkanı Kazım Turan'ın santrale karşı demokratik bir savaşım verilmesi gerekliliğini vurgulayan açış konuşması ile başladı. Diğer konuşmacılar santralın burada kurulmuş olmasının turizmi ve çevreyi yok edeceğinden başka, hukuksal yönden de sakıncalı olduğunu, Anayasanın 50. maddesine, Çevre Kanunu'na ve imza koymuş olduğumuz Barselona Anlaşması'nın (Akdeniz kıyısında bulunan ülkelerdeki çevre koruması anlaşması) aykırı olduğunu belirttiler. Halıkarnas Balıkçısı'nın kendi sesiyle Gökova hakkında bir konuşması verildi.

Bu arada bir uçak gökyüzünden bir "ferman" attı. Fermanın sözleri bir şarkı oldu, hep bir ağızdan söylendi. Bodrum Gönüllüleri küçük bir çöp teknesiyle Ören'e çıkartma yaptılar. Gençlerin sahile çıkartıkları küçük bir baca önce yeşile boyandı, sonra yıkıldı, paramparça edildi. Saynur Gelendost tarafından, Muğla Çevre Koruma Koordinasyon Kurulu'nun bildirisi okundu.

Dans eden gençleri izlerken, davul zurnayı, şarkıları, şiirleri dinlerken duygulandık, şenlendik. Çocukların ellerinde taşıdıkları pankartlardaki "Gökova, korkma yanındayız", "Gökova Çernobil olmayacak", "Gökova cennettir, Termik cehennem olmayacak", "Gaz maskesiyle yaşmak istemiyoruz", "Santrale hayır" yazılarını görünce ağlamaklı olduk. Küçük bir çocuğun elindeki pankart şöyleydi: "Farkındasınızdır. Ben sekiz yaşındayım. Geleceğim ne olacak?"

Besbelli çocukların yüreğine bir korku sinmiş. Denizde taş kaydıran bir çocuk, yanından geçerken bize dönüp bacayı gösterdi: "İşte orada!"

Dönüşte biz, "GÖKOVA-Akyaka'yı Sevenler Derneği" üyeleri beraberimizde getirdiğimiz renk renk çaputları santralın tel örgülerine bağladık ve köyümüze doğru yola çıktık.

Suzan ALBEK

Sayfa başına

 

 

AZMAK'TA DOĞAL YAŞAM BALIKLAR

İlk yazımızda başımızı gökyüzüne çevirip kuşları gözlemiştik. Bu kez hep birlikte derinlere dalıp balıklarla birlikte olacağız.

Sakar'dan süzülen minerali ve çok soğuk suları ile Kadın Azmağı, her zaman bir akvaryuma benzetilmiştir. Gerçekten de çok hızlı akan bu berrak sular, içinde hiç balık olmadığı için akvaryum tanımına tam anlamıyla uygundur. Birçok balık türünü barındıran azmak suları, aynı zamanda bazı tuzlu su balıkları için de "yuva" olmaktadır.

İlginç dölleme alışkanlıklarına - erkek balığın yumurtaları döllenmesi ve yavrulara bakması - ve, duygusal çiftleşme yöntemlerine - çiftleşme öncesinde zig zag dans ederek birbirlerine kur yapması - sahip Horozbina Balığı, Kaya Balığı ve özellikle de Dikence Balığı gibi küçük balıkların yanında büyük türler daha sık görülmektedir. Azmaktaki balıkların çoğu yeşillikle ve ara sıra da küçük salyangoz ve tektekle beslenen sakin huylu, barışsever canlılardır. Bunların arasında çok hızlı hareket eden ve sürü halinde dolaşan aşırı utangaç Kefal ile Tatlı Su Yılan Balığı'nı (Anguilla Anguilla) sayabiliriz ki, ikincisini tuzlu sularda yaşayan ve çok farklı olan Mığrı Balığı (Conger Conger) ile karıştırmamak gerekir.

Aslında Yılan Balığı, alışkanlıklarını tam olarak çözemediğimiz, bilinmezlerle dolu bir doğa bilmecesidir. Atlantik Okyanusu'nda, Orta Amerika yakınlarında Sargasso Denizi'nin derin sularında yumurtladığı sanılan Yılan Balığı, bu uzun yolculuğu yaşamı boyunca bir kez yapmakta ve yumurtladıktan sonra geri dönmemekte ve büyük bir olasılıkla orada ölmektedir. Buna karşılık, dölleri, hiç şaşmaksızın soylarının geldiği yerlere dönmektedir. Niçin böyle davrandıkları ve yollarını nasıl buldukları bugün bile çözümleyemediğimiz bir bilmecedir. Bu nedenle bizim azmağımızdaki her Yılan Balığı'na biraz da saygı ile bakmamız gerekir. Çünkü her bir Yılan Balığı, buraya yerleşmek için bir kaç yıl içinde ve bütün larva dönemlerini de yolda geçirerek denizde ve hatta karada binlerce kilometre yol katetmekte ve dişi ya da erkek olsun, zamanı gelince tekrar geri dönmektedir. Mığrı Balığı'mız ise fazla heyecandan hoşlanmaz ve oldukça "normal" bir yaşam sürer.

Azmakta avlanan balıklardan Levrek yavruları genellikle 3-5'li gruplar halinde ve çoğunlukla Kefal sürüleri arasında dolaşırlarsa da, büyükleri yalnız gezmeyi severler. Benzer bir davranışı, aslında azmak sakinlerinden olmayan Alabalık'ta da görürüz. Levrek Balığı bu sularda avlanmak için dolaşırken, genellikle bir çiftlik havuzundan gelmiş ve suni yemle beslenmeye alışmış olan Alabalık, yeniden doğal yaşama adapte olmak zorundadır. Bunların çoğu, bir Alabalık için normal olmayan tarzda, yeşillik ve küçük Kara Yengeçleri ile beslenirler. Ancak ergin çağa gelenler av balıkları gibi davranmaya başlayarak suda yüzen küçük balıklar ve başka şeyleri yiyip tek başlarına dolaşmaktan hoşlanırlar, ama Alabalık bizim azmağımızda üreyemediği ve sayıları da çok olmadığı için fazla bir zarar verdikleri söylenemez.

Aynı şeyi insanlar için de söyleyebiliriz. Azmakta ticari amaçla avlanmak, öbgüye diğer bir şekilde, yasaklanmış olduğu ve amatör balıkçıların sayısı da pek fazla olmadığı için insanların doğal çevreye verdiği zarar büyük değildir. Fakat bu arada azmağa avlanmaya gelen amatör balıkçıların çöplerini de birlikte geri götürmeleri şarttır. Hepimizin de bildiği gibi kıyıdaki sazlıklara dokunulmaması, kesilmemesi ve, bazen olduğu gibi, yakılmaması gerekir. Çünkü; Kuş, balık, sürüngen ya da memeli olsun bütün canlılar beslenme zincirinin birer halkası olup, işlevsel bir ekolojik sistem içinde hepsinin ayrı yeri vardır. Eğer biz bu sistem içinde yer almak ve onun bir parçası olmak istiyorsak, sevdiğimiz ve gereksinme duyduğumuz hiçbir şeyi yok etmemek için çok dikkatli davranmak zorundayız. Çünkü bu doğal denge bozulacak olursa balıkçılar, azmak turu düzenleyen belde halkı ve su üstündeki ünlü balık restoranları başta olmak üzere Akyaka'ya gelen ziyaretçiler ve de burada yaşayanlar kaybeden taraf olacaktır. Öyleyse, çevresi ile var olan bu güzel beldenin, çevresini yaşatmaya devam edelim.

Son olarak da, Thomas SCHMİTZ'in Bertold BRECHT'ten (Exil III) seçtiği ve insanların yaşadıkları çevreye kayıtsızlıklarını yansıtan dizelerin çevrisini sunmak istiyorum:

Bindikleri dalları keserken ve birbirlerine

ne kadar çabuk kestiklerine dair tecrübelerini

9; anlatırken içlerinden birisi büyük bir gürültü

ile aşağılara düştü, öbürleri başlarını

sallayarak kesmeye devam ettiler.

Heike THOL-SCHMİTZ

Sayfa başına

 

NEDEN TÜRKİYE ? AKYAKA'DA OTURAN BİR YABANCININ GÖRÜŞLERİ

 

Türkiye'ye ilk kez 1989'da turist olarak gelmiştim. İskoçyalı arkadaşlarım bu ülkenin iklimini, doğal güzelliklerini, tarih hazinelerini ve halkının konukseverliğini anlata anlata bitirememişlerdi. Dostlarımızın anlattıklarının etkisi ile geldiğimiz Türkiye'de biz de aynı olumlu duyguları edindik ve gördüğümüz sıcak ilgi karşısında adeta büyüklendik. Duyduğumuz ilk Türkçe kelimeler "Merhaba" ve "Hoş Geldiniz" oldu. İlk konaklama yerimiz olan Altınkum'dan çevredeki Milet, Priene ve Heraklea gibi antik kentleri gezip, bizden önce görenlerin hepsi gibi, gördüğümüz güzellikler, muhteşem mimari orantılar ve yıllara meydan okuyan olağanüstü işçilik karşısında hayranlığımızı gizleyemedik. Türk mutfağı ise, her gün taze olarak hazırlanan sebze yemeklerinin çeşitliliği ile, özellikle bir vejeteryan olan benim gibi birisi için, bulunmaz bir nimetti. İskoçya'ya evimize dönerken, bir sonraki yıl tekrar Türkiye'ye gelmeyi aklımıza koyduk ve bu kez de Antalya ve Side çevresini gezerek Perge, Aspendos ve yükseklerde kurulu Termessos antik kentlerini gördük.

Altınkum'dan Dalyan'a gittiğimiz bir sabah, kahvaltı için Sakar Tepede mola vermiştik. Gezi rehberimiz, ayaklarımızın altındaki nefes kesici manzarayı görmemiz için bizi restoranın terasına çağırdı, ve "İşte, belki de Türkiye'nin en güzel manzaralı yerinde duruyorsunuz" dedi. Bu büyüleyici görüntü Gökova Körfeziydi. O sabah körfeze bakarken, bir daha buraları tekrar göreceğimizi aklımızdan bile geçirmemiştik. Birkaç yıl sonra, Anadolu'da yüzlerce kilometre kastettikten sonra Konya, Mersin, Antalya ve Marmaris'ten sonra tekrar Gökova'ya geldik. Bir dostumuz bize Nail ÇAKIRHAN'ın ödül kazanan evini gezdirdi. Yerel tarzda yapılmış bu zarif mimariye hayran kaldık. Tavanlardaki ince oymalar, ahşap balkonlar ve oluklu kiremitten konik tepelikli bacalar göze çok hoş gelen bir izlenim uyandırıyordu. Zaten daha önceden de Türkiye'de, yumuşak iklimli, sakin yaşamlı ve günlerin nispeten daha yavaş bir tempoda geçtiği bir yerde yerleşmeye karar vermiştik. Akyaka'yı ve buranın halkını gördükten sonra emeklilik günlerimiz için burasını seçtik. Köylülerin rahatlıkları, basit yaşam şekli, konukseverliği ve içten gelen dostlukları bizi çok etkiledi. Akyaka'da otel işletmeciliği yapan Muğlalı bir müteahhit bizim evimizi yaptı. İnşaat 1991 Ocak ayında başladı ve aynı yılın Mayıs ayında yeni evimize yerleşmek için İskoçya'daki evimizden ayrıldık. Bizimle birlikte, belki de Türkiye'de türlerinin ilk örnekleri olan uzun tüylü iki İskoç Çoban Köpeğimiz (Scottish Bearded Collies) de, Akyaka'ya geldi. Evimiz çok rahat ve bahçedeki çalışmalarımız iki yıl içinde semeresini verdi. Akyaka'da oturmanın bir ayrıcalık olduğu inancındayım. Günümüz, fırına gidip kahvaltı için taze sıcak ekmek almakla başlıyor. Her an inekten yeni sağılmış süt içebiliyoruz. Perşembe günleri ise Muğla pazarına çıkmak en büyük eğlencemiz. Pazardaki renk cümbüşü ve şamata, kelimelerle anlatılamaz. Yağmurlu, karlı ve en sıcak havalarda bile pazarcıların tezgahları köylerinden getirdikleri sebze ve meyve çeşitleri ile dolup taşar. Pazarcılar, havaya ve yaptığınız alış verişin azlığına ya da çokluğuna bakmaksızın her zaman neşelidirler. Her ay kendi sürprizini getirir. Portakal, havuç, patlıcan, elma, çilek, kavun, karpuz, kayısı ve şeftali, tazelikleri ve lezzetleri ile insanı baştan çıkarır.

Akyaka'da "yabancı"lıktan kurtulup yerli olabilmek için var gücümle Türkçemi ilerletmeye çalışıyorum. Kendi başıma çalışmak biraz sıkıcı oluyorsa da ilerleme kaydettim. Bitişikte oturan Türk komşularımızın gösterdiği yakınlık ve sıcak ilgi, Türk standartlarına göre bile olağanüstü. Onlarla konuşarak Türkçemi ilerletiyor ve kelime haznemi zenginleştiriyorum. Ayrıca Türkler de bu dili konuşmak için gösterdiğimiz çabalarda her zaman yardımcı oluyorlar.

Ve Akyaka, geçen yaz belediye oldu. Dinamik dünyamızda hiç bir şey olduğu gibi kalmıyor. Elbette ki Akyaka da dört-beş yıl önceki sakin balıkçı köyü görünümünden tamamen uzaklaştı. Her tarafta yol ve konut inşaatları devam ediyor. Toplumun iyiliği için düşünülen yeni projeler her zaman için yararladır ama bu arada manzaranın ve doğanın da korunması gerekir. Göze batan çıplaklıklar yeni bitki ve ağaçlarla kapatılabilir. Hiç kuşkum yok ki belediye de bu eşsiz doğa parçasını korumak için gerekli çevre bilincini gösterecektir.

İngiltere'den gelen bir arkadaşım, Türkiye'de nelerden hoşlanmadığımı ve Akyaka'da değişmesini istediğim durumlar olup olmadığını sorunca aklıma iki nokta takıldı. Listenin en başında bütün dünyanın paylaştığı ÇÖP sorunu yer aldı. Bu konunun bilincinde olan belediyemiz yeni çöp kamyonu ve temizlik görevlileri ile beldemizi temiz tutmak için var gücüyle çalışıyor. Turist sezonu başladığı zaman bu iş çığrından çıkıyor ve çöp toplama işi zorlaşıyor. Çöp sorununun kolaylaştırılması için en önemli nokta halkın bu konuda eğitilmesidir.

Okul çocuklarına çöp bidonlarını kullanmaları öğretilmeli yoksa çöplerini eve götürerek çöp tenekelerine atmaları söylenmelidir. İşin en acıklı yanı ise sorumsuz bazı kişilerin rakı ve şarap şişelerini, boşaldıktan sonra en yakınlarındaki çöp bidonlarının yanında kırıp bütün çevreyi cam kırıkları ile tehlikeli bir şekilde kirletmeleridir. İnsanı dehşete düşüren bu alışkanlığa plajda, ormanda ve yürüyüş yapılan her yerde rastlanmaktadır. Yaralanmalara ve gereksiz sıkıntılara yol açan bu kötü alışkanlıktan vazgeçilmesi için daha ilkokul çağında gerekli eğitimin verilmeye başlanması çok yerinde olacaktır düşüncesindeyim. Çevre koruma, temizlik ve başkalarına saygı gösterilmesi gibi alışkanlıklar ancak küçük yaşlarda başlarsa yerleşir. Ne yazık ki Akyaka'nın bazı bölgelerinde hala çöpler beldenin geleceği düşünülmeden gelişigüzel atılmaktadır.

Akyaka çok güzel bir beldedir ve çocuklar da bu güzelliğin bir parçası oldukları için gurur duymalıdırlar. Onlar yarının büyükleri olacaklardır. Eğer çocuklar ellerinde sapanla, sırf vakit geçirmek için kuş öldürmenin zararsız olduğunu düşünürlerse, azmak ve çevresinde av yasağı koymanın hiç bir yararı olmayacaktır. Öğretmenler ve anne-babalar bu konularda çocuklara gerekli öğüt ve uyarıları yapmalıdırlar. Canlıların sorumsuzca öldürülmesi ve içki şişelerinin mantıksızca kırılması Akyaka'yı, hiç bir zaman, turistler ve içinde yaşayanlar için çekici bir belde yapmayacaktır.

Tony SENEVIRATNE

Villa Lanka

AKYAKA

Sayfa başına

 

KERAMOS KÖRFESİ'NİN BİLİNMEYEN (TANINMAYAN) ŞEHİRLERİ:

KEDRAİ ve İDYMA

1985 yılı Mayıs ayında, Keramos Körfezi'nin kıyılarını araştırırken, körfezin dibine doğru Djowa (Cova-Gökova?) Koyu adını taşıyan dar bölümün girişinde yer almış, oturulmayan küçük bir adaya yanaşmak fırsatını bulduk. Dar bir deniz kolunun, körfezin güney kıyılarından ayırdığı ve yerlilerin Seiroglou (Şehiroğlu) adını verdiği bu küçük adada, bildiğimize göre şimdiye kadar hiç zikredilmemiş, oldukça önemli antik harabeler bulunur. Bu kalıntılar adanın doğu bölümünü kaplar ve yamaçları her yandan denize doğru alçalan, hemen hemen yuvarlak bir tepenin yan meyillerinde yer alırlar. Oldukça dar bir kanal, antik şehrin yerleşme yerini, adacığın batı bölümünü işgal eden alçak ve verimsiz bir ovaya bağlar. Kentin dibinde geniş ve iyi korunan bir liman bulunur.

Tepenin eteğinde, pek çok yerde sahil boyunca uzanan ve iyi döşenmiş fasetli taşlardan yapılmış olan bir sur duvarı antik şehri çevirir. Kanal tarafında, tepenin ovaya daha dik bir şekilde indiği yerde, duvar denizden ayrılır ve yükseğe doğru çıkar. Oldukça dik bir yamaçtan ulaşılan şehir girişi, işte bu tarafta bulunmaktadır. Tepenin kuzey yamaçlarında, genişliği pek fazla olmayan bir şehir için önemli boyutlarda olan, iyi korunmuş tiyatro bulunur. Daha ötede, inişli çıkışlı arazinin seviye farklarının düzeltmek için, güzel kesme taşlardan yapılmış büyük bir duvar, tepenin zirvesinde bulunan bir üst terası tutar. Bu duvarın dibinde, batı-doğu yönünde dikdörtgen bir alan görülür. Belki de burası Agoradır. Nihayet, tepeciğin üstünde, önemli pek çok yapı kalıntılarına, özellikle, izlenebilen dış duvarı ve yerde kırık sütunları ve frizleri görülen, Dor nizamında bir tapınağın kalıntılarına rastlanır. Ne yazık ki, tepenin yamaçlarını kaplayan çalılıklar, şehrin topografyasını tam olarak çıkarmamıza ve bütün bu anıtların kalıntılarını tespit etmemize engel olmuştur. Bununla beraber, bu çalılıklar arasından, şimdiye kadar bilinmeyen bir antik kentin adını kesinlikle tayin etme olanağı veren üç yazıtı çıkarabildik.

Birinci yazıt, yukarıda sözünü ettiğimiz destek duvarının üstünde bulunan beyaz mermer taştır. Harfleri küçük ve zemini itina ile oyulmuştur.

İkinci yazıt, beyaz mermer üzerine büyük boyda harflerle, özenle işlenmiş taştır.

Üçüncü yazıt, pek çok parçaya bölünmüş gri mermer levhadır. Bunun üç parçası bulunmuştur. Bu son yazıt, bize, kalıntılarını bulduğumuz şehirde oturan halkın adını - Kedreai'ler - tanıtırken, aynı zamanda, bize pek çok metinde adı geçen fakat şimdiye kadar hiçbir harita üzerinde işaretlenmemiş olan "Kedreai" şehrinin tam yerini kesin bir şekilde tespit etme olanağını sağladı.

Öyle görünüyor ki, Kedreai'nin kökeni oldukça eskidir. VI. yüzyıldan itibaren, Milet'li Hekate, Karya kentleri arasında onun adını zikreder. V. yüzyılda Kedreai, Atina'ya tabi kentler arasında yer alır ve 454'den 428'e kadar Karya birliğinin tabi şehirleri arasında kaydedilir. Atina'ya sonradan, olasılıkla 439'dan sonra 2000 Drahmiye indirilmiş olan, 3000 Drahmi ödüyordu.

Peloponez savaşı boyunca, son günlere kadar Atina'ya sadakatini korumuştur. Xenefon, 406'da Lysandros'un Rodos'a gitmeden önce Lakedamanya donanması ile Keramos Körfezi'ne girdiğini ve Atina'nın bağdaşığı Kedreai şehrini kuşattığını anlatır. İki gün içinde şehri alır ve oturanları tutsak eder. Xenefon, şehirde oturanların .................olduğunu, yani Grek ve Karyalı karışımı olduklarını sözlerine ekler. Bununla beraber, öyle görünüyor ki yazıtlar, Kedreaililerin oyunlar (yarışmalar) düzenlemiş olduklarını ve herhalde ikinci yüzyılda heykel dikmek için Rodoslu sanatçıları adalarına çağırdıklarını göstermektedir.

Kedreai adasının karşısında, ana karada, oldukça önemli bir nekropol bulunur. Bunun bitiminde, deniz kenarında, duvarları ve küçük bir limanın mendireği görülmektedir. Nekropoldan kısa bir mesafede, çok süslü büyük harflerin kazınmış olduğu başka bir levhayı da bulduk. Bu bir stol parçasıdır.

İDYMA

Küçük Asya kıyılarını anlatırken, Strabon, Onide (Knidos) ve Halicarnasso (Halikarnassos-Bodrum) arasında Ceramicue (Keramos)-Kerme Körfezi'nde, Kedreai'nin adını vermeksizin, sadece iki şehrin adını verir: Keramos ve Bargasa. Belki de Strabon'un yazdığı tarihte Kedreai terkedilmişti. Modern coğrafyacılar bu iki şehrin yerini bulmuşlardır; Biri, körfezin kuzey kıyılarında bulunan Keramo (Gereme-Ören) Köyü, öteki de Keramos Körfezi'nin dibinde kurulmuş olan küçük yerleşim yeri Djowa (Gökova-Kozlukuyu)'nun Bargasa olduğudur. Bu ikinci teşhis bundan böyle terk edilmiştir. Nedeni de, bizim Gökova'da denizden kısa bir mesafede antik kalıntılar saçılmış bir arazide bulduğumuz bir yazıttır. Yazıt, bu kalıntılar arasında gömülü olarak bulunmuştu. Kötü işlenmiş harflerle işlenmiş yazıt çözüldüğü zaman, in situ -yerinde bulunan bu yazıt, Bargasa'nın bulunduğu sanılan yere, modern coğrafyacıların şimdiye kadar sahilde değil de içeride, Gökova Körfezi'nin doğusunda pek iyi tayin edilemeyen bir noktada aradıkları İdyma'yı koymak gerektiğini kanıtlamaktadır.

Başka araştırıcılar, kuşkusuz, şimdiye kadar çok az araştırılmış antik harabelerin bol olduğu Keramos Körfezi kıyısının bir noktasında Bargasa'nın, kesin yerini bulacaklardır. Bizanslı Etienne'in, Karya şehirleri arasında zikrettiği İdyma, yine aynı metine göre, İdymos Nehri üzerinde kurulmuştur. Komşusu olan Kedreai gibi, Atina'nın bağlaşıkları arasında idi ve Atina'ya İ.Ö. 447'den sonra, 2000 indirilen, 4000 Drahmi ödüyordu. Karya Birliği'ne dahildi.

İdyma'da yine yerinde ve daha öncekinin yanında olarak iki yazıt daha bulunmuştur.

G. Cousin, Ch. Diehl, "Villes inconnues du golfe Ceramique" Bulletin de correspance helleique, vol X, 1886, pp 428 - 430,

Makaleyi Veren: Arkeolog M.Guy Meyer.

Tercüme Eden: Suzan ALBEK.

Sayfa başına