.  

 

".. İŞTE GÖKOVA!"

Gökova-Akyaka'yı Sevenler Derneğinin ücretsiz Haber Bülteni

Sayı 13

DERNEK BAŞKANLIĞINDAN Nükleer santralları Ateşi kontrol etmek ÇEVRE VE SAĞLIK

AKYAKA’NIN YOLLARI ZEHİRLİDİR

Çevreyi kirletene milyarlık cezalar

"MAVİ BAYRAK" NEDİR?

TEDAŞ'a bir rıcamız:

Su Samurunun Türkiye’deki Durumu

Su Samuru’nun maceraları :

Yönetim Kurulu Anketinin sonuçları : Yasam tavsiyeleri (Dalai Lamanin Mantrasi) : AJANDAMIZ 2000

ÇALIŞMALARIMIZ

 

Ekstreler:

DERNEK BAŞKANLIĞINDAN

“Ne biçim zaman bu, ağaçlardan bahsetmek bir suç gibi...” (Bertold Brecht)

...ve çevrecilik hala bir lüks gibidir eklemek istiyorum. Bölgemiz ve Beldemiz kalkınmakta olan, gelişmeye başlayan yerlerdendir. Ve öyle görülmesini istiyoruz. Kış gezilerimizde (bazı insanlar bu gezilere, şaka yada ciddi ”kontrol gezileri”der) sağa sola bakarken tedirgin olurum! Örnek mi istiyorsunuz?

Ova ‘ya (yani göle gidiyoruz) ot toplamaya çıkıyoruz. Aslında gezi çok nefis başlıyor : yeşillenmeye başlayan tarlalar, ağaçlar filizde, oturuyorum bir tarla kenarında ve sadece bakıyorum... uzakta okalüptüs ağaçları görüyorum, yarısı yakılmış. Bir çalılıktan bir adam çıkıyor, ellerinde tüfek. Önüme baktığımda birşey görmem... İyi mi dersiniz bu örneklerden sonra? Aslında birşey görmem gerekiyor ama : kuşlar, tarla fareleri, hayvan izleri...bir tanesi yok! Devam ediyoruz. Gölbaşı diye bir yere geliyoruz, durgun sular, gölgeli – o ne – gölge bitti : Birisi oradaki yaban (!) söğütleri kesmiş. Sulara bakıyorum, böcek larvalar ve kurbağalar seyredeceğim – yok! Neden acaba? Tabii ki, onlardan beslenen su kuşları bulamadım. Canım sıkıldı! Sıkılmaz mı? Ve sadece ot toplamaya gittim...

Köyde, pardon, beldemizde geziyoruz...Tanıdığım ağaçlardan yine birkaç tanesi yok...Çalı arasında çöpler takılı. Orman parça parça dökülmüş moloz dolu. Sarı ve çöp ayrıtmak için olan çöp tenekeler ev çöpleri dolu. Dışarıda oturacak bir yer bulamadım. Eve dönüyorum.

Sahilde gezelim dedik, halk plajı, tamam – kışın boş, ölü bir yere benziyor. Uzun plaja gidelim. Bilmem kaç sezonluk çöp birikmış, çalı, sazlık arasında plastik dolu, fişekler var, bir kaç ölü kuş. Simsiyah sazlık kalıntılar.

Azmakta yürüş çıktık. Birileri kenarını işgal etmiş bir tarla parçasının etrafı eski balık ağlarıyla çevrilmiş, ağlara takılan su tavuklarını serbest bırakmak zorunda kaldık. Başka biri çöp dökmüş. İki tane ölü ördek bulduk. Bir restoranın karşısındaki sazlıklar “yok oldu”....

Bir saat önce Gökova /Çaydere’den döndüm, küçük yaban laleleri toplamaya gittik. Eskiden bu yere gidince ferahlardım – o kadar güzel di ki! Yamaçların araları yem yeşil, çayır, ot kokusu. Daha sonra iki taşkırma tesisi kuruldu, çaydere gri bir renk almış. Zeytin ağaçların ve her yeşil yaprak üzerinde bir kefen gibi toz yatıyor. İnşaatlar başladı, şimdiden tamamen imara açıldı galiba : her tarafta tel örgüler buldum. Bir de tüp gaz deposu...

Önceden tilki, porsuk, gece kuşları seyrederdim, bir defada yaban kedilerin birinin sesi beni fena ürkütmüştü. Hepsi bitti!

Devam edelim mi? Yoksa benim gibi kötü mü oldunuz?

Biz gerçekten bu güzel çevremize bu kadar kötü davranmak zorunda mıyız? Artık bilemem, gezilerden çekiniyorum – canım sıkılıyor...Turistik bölge dedik, gelişmekte olan belde dedik...sonuç olarak bu çevreden besleniyoruz! Süt veren ineği kesersek, süt verir mi? Gölge veren ağacı yaksak, gölge verir mi? Hayvan cenneti olarak tanınmaya başlayan ovayı/gölü boşaltırsak... Çevrecilik bir lüks değildir – bir lüks değil, en önemli gelir kaynağımızdır! Onu bozmak bir lüksdür, evet! “Sana ihtiacımız yok” demektir. Öyleyse bozalım...

Ne biçim zaman bu...hangi ağaçlardan bahsedeceğiz?

Sevgilerimle   Heike THOL-SCHMİTZ

( Dernek Başkanı )

 

sayfa başına
 

Nükleer santralları
 

Faydasızdır diye : Heike Thol-Schmitz

Ben bir gericiyim!

Nükleer santrallara karsı olmakla büyüdüm. 25 sene önce Almanya’da harekete geçen, hala devam etmekte olan ve ancak başarılı olmaya başlayan mücadelenin bir çocuğum. Nükleer santrallara karşı olmak benim için doğaldır. Konuya yaklaşımım “sadece” duygusal olabilir, ama Çernobil, Cellafield, Harrisburg, Unterweser, Brokdorf ve son olarak Japonya’da olan hata ve kazalardan kaynaklanan çaresız öfkem, üzüntüm ve nefretim de duygularımdır.

Enerji Bakanı televizyonda bana “vatanhainı” der, bir gazetede gerici olduğumu öğrendim...olsun diye düşünüyorum- benim vicdanım rahat! Ya onların?

Çernobille hepimiz bir şok gecirdik, şimdi 10 sene sonra hala Çernobil olayında hastalanan insanların bir çağrısı yoktur, ve Çernobil hala çalışmakta. Çernobil kazası bir insan hatası idi.

Japonya daki yeni nükleer kazasında bir sürü insan hayatı mahvoldu. Japoniya da bir insan hatası idi.

Yeni meydana çıkan Sellafield (UK) ve Unterweser (D) olayları vardır. Seneler için Sellafield sahte emniyet raporları ile çalıştırılmış. Unterweser’de ise nükleer yakıt’ın değerini ölçen raporları sahte çıkmıştır. Bu bir insan hatası değildir, bu insanın en büyük hatasıdır, bilerek sahtekarlık bu konuda çok tehlikelidir ve çok da pis!

Bu olaylar sadece birkaç örnektir.

Ama bu olaylar oldu. Bilinçli olarak aynısı Türkiye için, türkler için istenmesi nasıl? Böyle birşey isteyene ne denir? Teknokrat mı? Kalkınmacı mı?

Aynı insanlar bize bu kış elektrik kesintilerinin nedenlerini “barajlar boş, doğal gaz gelmedi” diye açıkladılar. İnsanlar sadece gülümsüyorlar...Ama Akkuyu Nükleer Santralının yapılması kararı alındı...

4 Şubat 2000 de Cumhuriyet gazetesinde ilginç rakamlar buldum, 01.01.1999 tarihi itibarı ile 1998 yılı net tüketim verileri enerji politikasının karşısında gerçekler:

Brüt üretim ve Dışarıdan Alınan : 114.022.700.000 kwh (KW/Saat)

İç kayıplar : 3.666.232 kwh

Şebekeye Verilen : 110.356.461.768 kwh

İletim Kaybı yüzde 3.4 : 3.752.119.700 kwh

Tüketime Sunulan : 106.604.342.068 kwh

Kaçaklar yüzde 4 : 4.264.173.683 kwh

Dağıtım Kayıplar yüzde 1 8 : 21.320.868.414 kwh

TEDAŞ Net Satışları : 81.019.299.972 kwh “

Bak bak bak... Bence de! Sanki arabam devamlı benzin akıtır, freni bozuk ve aküsü boşalmış ve tamir ettirtmiyorum, onun yerine çok pahalı olan, hızlı ve benim sürmemin mümkün olmadığı bir aracı alıyormuşum gibi, değil mi?

Bu şebekeler, dağıtım yolları, eskimiş kablolar v.s. onaramazmıyız? Onaramazsak, nasıl çok daha tehlikeli olan bir Nükleer Santralı çalıştıracağız?

Termik Santralların sağlıksız etkilerine maruz kaldık, kalmaktadayız ve kalacağız. İnsana, çevreye zarar vermekte olduğunu biliyoruz. Onların daha sağlıklı çalıştırılmasına bir çare vardır. Gerçekleştirmiyorlar. Etkileri altında bırakılmış oluyoruz. Aynı bu kararlar veren insanlar şimdiden Nükleer Santralları olsun diye karar vermekteler. Korkunç, değil mi?

Ve yukarıdaki sayılara bakınca, “doğal” kayba bakınca, bu ülkede elektrik tasarrufuna daha önem verilmez diye de şaşırmıyorum. Niye ışıklar kapatayım? Zaten bana gelmeyen elektriğin masraflarını da ödemekteyim!

Eski teknolojilerin kötü etkileri, kabul. Ama bize bu Nükleer Enerji Teknolojisi satan vijdansız batı ülkeleri artık bu teknolojinin kullanımı bırakmaktalar! Eskimiş ve tehlikeli olduğunu söylüyorlar! Avrupalı ülkeler birkaç sene öncede yeni nükleer santralların kurulmamasına dair bir sözleşme yaptılar. Onların vazgeçtiği teknolojisiyle biz “yeni”başlamaktayız. Mantık? Ve bize satıp gelecek! Ne güzel! Oradaki mücadelesi bir başarı gördü- bizimki ancak başlar gibimi geliyor. Ne kadar yorucu...

Biz avrupalı olmak istiyoruz, Avrupa Birliğine girmek istiyoruz...Bekleyin – az bir süre sonra orada karar alınacak: Nükleer Enerji kullanılmaz diye. Ne yapacağız o zaman? Bir sürü para harcadık ve Santralları kapatmak zorunda kalacağız!

Sadece bir fikirim, hergün türk haberlerin yanında alman ve ingiliz haber de dinliyorum.

Ben bu vatanı seviyorum, onun insanlarını da seviyorum- ve ondan Nükleer Santrallara karşıyım! Nükleer Santrallarıyla geleceğimi paylaşmaktan hoşlanmam! Hepimizin korkmaması, çocuklarımızın korkmaması en büyük isteğimdir...

Faydalıdır diye : Kerem Cankoşak

Ateşi kontrol etmek

Eğer kendinize çevreci diyorsanız, ki artık günümüzde kendine çevreci demeyen kalmadı, nükleer enerjiyehemen ‘kötü’ damgasını yapıştırmaya adaysınız demektir. Oysa, ateş iyi mi kötü mü diye sorulsa ne dersiniz? Ateş her yıl binlerce dönüm ormanlarımızı yakıyor. Kaza anında evlerimizi, teknelerimizi yakıyor. Ama ateşe ‘kötü’ diyebilir miyiz? Diyemeyiz çünkü uygarlığın başlangıcı ateştir. Uygarlık iyi mi kötü mü sorusunu bir kenara bırakarak, bu yazıyı okuyan hiç kimsenin ateşe ‘kötü’ diyemeyeceğini varsayarak devam edelim. Ateş kontrol edilirse iyi olur, kontrol elden kaçınca felaketler başlar. İnsanoğlu gelişmeye mahkum bir yaratık. Ateşin keşfinden bu yana hep yeni şeyler keşfetmiş ve her yeni keşifle dünyayı değiştirmiş. İnsan toplulukları durağan kalamaz. Ama bu dinamiğin her zaman çevre açısından yararlı olduğu pek söylenemez. Örneğin Anadolu’nun çok büyük bir bölümünde arazilerin çorak olmasının en önemli nedenlerinden biri, binlerce yıl önce bu topraklarda kurulan medeniyetlerin, çevrelerindeki ağaçları keserek madenlerde ve ısınmada kullanılmak üzere ‘ateş’ elde etmesidir. Günümüzde ise dünyamızı tehdit eden en ciddi tehlike yine, arabalarımızda kullandığımız ve pistonları hareket ettirmek için enerjisinden yararlandığımız ‘ateş’tir. Egsoz gazları dünyanın ısınmasındaki en temel faktördür.

Dünyadaki çevre felaketlerinin baş aktörleri ise yine karbon türevlerinin (daha doğrusu fosil yakıtların) yanması sonucu atmosfere yayılan gazlardır. Yine de ateşe kötü diyebilir miyiz?

Şimdi bu genel panorama içinde nükleer enerjinin yeri nedir? Nükleer enerji son 50 yıldır kullanılmaktadır ve dünyadaki elektrik üretiminin sadece %16’sını (436 nükleer santral tarafından) meydana getirmektedir. Ama bu %16 hep aynı bölgelerde yoğunlaşmıştır: gelişmiş ülkelerde ve en çok da Avrupa’da. Dünyada çok sayıda insan yaşamaktadır, ama bazı yerlerde yaşayan insanlar (Kuzey Amerika’da, Avrupa’da,...vb) diğerlerinden kat ve kat fazla enerji tüketirler. Bunlar aynı zamanda da zengin ülkelerdir, gelişmiş ülkelerdir. Kısaca dünyanın efendileridir. Peki neden dünyanın efendileri nükleer enerji kullanırlar? Çünkü eğer nükleer enerji kullanmasalardı ülkeleri korkunç çevre felaketlerine maruz kalacaktı. Nükleer enerji kullanmasalardı kömür yakmaya devam edeceklerdi ve hem kendi yaşadıkları yeri hem de dünyanın atmosferini aşırı oranda kirleteceklerdi. Bir an için nükleer enerjinin keşfedilmediğini varsayın ve Avrupa’nın 1950’lerdeki üretim hummasını düşünün ve bunu sağlayacak enerjinin önemli bir kısmının termik santrallerden geldiğini hatırlayın. Bir de buna ABD’yi, Çin’i ve Rusya’yı ekleyin. Ortaya çıkacak korkunç tabloyu görebiliyor musunuz? Nükleer enerji dünyanın önemli bir bölümünün temiz kalmasını sağlamıştır.

Ayrıca bir saptama daha yapalım: Nükleer enerji keşfedildi diyoruz, tıpkı ateşin keşfi gibi; yani icat edilmedi. Radyasyon hep var, vardı ve varolacak. Radyasyon doğanın, hatta evrenin bir parçasıdır. Günlük hayatta karşılaştığınız hemen her şey radyasyonla ilgilidir: Işık, radyo, TV,...güneş...Yazın deniz kenarında güneşlenirken çok yüksek düzeyde radyasyon alırsınız. Aldığınız bu radyasyon miktarı, Çernobil faciası hariç, bugüne kadar gerçekleşmiş bütün nükleer santral kazalarından daha fazladır. Ya da kimi termik santrallerde yakılan kömürdeki radyoaktif maddelerin bitkilerin üzerine yerleşmesi sonucu, bunları yiyerek çok büyük bir risk altına girebilirsiniz. Yazının başında da belirttiğimiz gibi, ateş ne iyidir ne kötüdür. O hep vardır, ama kontrol edilmesi gerekir.

Yeri gelmişken belirtelim: Çernobil günümüzde bir nükleer santrale örnek gösterilebilecek bir santral değildir. O günkü Sovyetlerin kendi özel koşulları içinde, hiçbir koruyucu önlem alınmadan, çok eski bir teknoloji ile faaliyet gösteren bir santraldir. Endüstrileşmiş batı ülkelerindeki santrallerle hiçbir alakası yoktur ve bu ülkelerde böylesine bir kaza olma ihtimali sıfıra yakındır. Şimdi bazıları ‘ama sıfır değil’ diyeceklerdir. Evrende hiçbir ihtimal sıfır değildir. Dünyamıza büyük bir gök cisminin çarpıp, insanlığı yeryüzünden silme ihtimali de (dinazorlara olduğu gibi) sıfır değildir. Üstelik böyle bir durumda nükleer enerjinin insanlığı kurtarması bile söz konusu olabilir...

Geçen sene İstanbul İkitellide yaşanan ‘radyasyon kazası’ Türkiye’nin radyasyon (ve nükleer) konusunda ne kadar hazırlıksız olduğunu göstermiştir. Tıpkı ateşin gelip ormanlarımızı yakması gibi, nükleeri istemesek bile gelip bizi bulur. Yapmamız gereken şey onu kontrol altında tutabilmeyi öğrenmektir.

Nükleere hayır diyenler, gelişmiş ülkelerin nükleer enerjiden vazgeçtiklerini söylüyorlar. Kanıt olarak da bilmem kaç senedir nükleer santral yapılmadığını öne sürüyorlar. Bu tamamen yanlış bir argümandır. Yeni nükleer santral yapılmadığı doğrudur, çünkü enerji gereksinimi yeterince karşılanmaktadır. Varolan santrallerin modernizasyonu, atık sorunun çözümüne ilişkin çalışmalar devam etmektedir. Yakın bir gelecekte, nükleer santrallerde kullanılan yakıt, zararsız hale gelene kadar tekrar tekrar kullanılabilecektir. Bu koşullarda endüstrileşmiş ülkelerin nükleer enerjiden vazgeçmeleri söz konusu değildir.

Ülkemizde kurulması düşünülen Nükleer santrallere karşı son argüman ise ‘türklerin bu işi yapamayacağı’ şeklindedir. Buna ne diyebiliriz ki? Bir yandan haklılar. Kanalizasyon sorununu bile halledemeyen bir toplum nükleer enerji ile nasıl başa çıkacak? Ama bence başa çıkmak zorunda. Çünkü dünya çok küçük. Biz bu işi öğrensek de öğrenmesek de insanoğlu gelişimine devam ediyor ve birileri teknolojiyi iyi öğrenerek diğerlerini yönetiyor! Ayrıca ateşi kontrol etmeyi öğrenmekle, daha doğru düzgün bir toplum yaratma eylemi hep bir arada gitmiştir; öyle değil mi?

sayfa başına
 

CEVRE VE SAGLIK

BAŞI BOŞ KÖPEKLER - BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ

GAS-Der le ilk tanışıklığım 1994 yılında Server Apart’ın girişinde ufak cafe’de sohbet toplantısında oldu. Konu başı boş kedi ve köpeklere geldi. Şimdi ismini anımsayamadığım dernek üyesi bir bey Türkiye’nin sosyoekonomik yapısının bugün itibarı ile insancıl çözümlere uygun olmadığını , itlaf yolunun en mantıklı çözüm olabileceğini söyledi. Benim tepkim ‘’Haklısın, Asmayıp ta besleyecek miyiz?’’ Olunca biraz tatsız bir tartışma da yaşadık ya adamın gerekçeli çözüm önerisi kafamı sürekli meşgul etti.
Başı boş köpekler konusu ta Osmanlıdan bu yana toplumda sorun ola gelmiş , yöneticiler akılcı ve kalıcı çözümler üretememiş , pek çok konuda olduğu
gibi günü kurtarma yoluna bakılmış. En kolay yol olan itlaf yöntemi ile bile sorun aşılmadı. Kaldı ki son yıllarda hayvan sevenlerin (Hayvan sevmeyen insan
olabilir mi ki?) duyarlı tepkileri sonucu açıktan açığa öldürme eylemini uygulayamaz oldular.
Kuduz her ne kadar enfeksiyon hastalıkları içinde Türkiye’de en az ölüme neden olan bir başka deyişle en az görülen hastalıksa da sağaltımının
olmaması kesin ve çok dramatik ölümle sonuçlanması nedeni ile etkileyici bir hastalıktır. Muğla genelinde en az 20 yıldır kuduz hayvan vakası olmadığı (Dolayısıyla insan vakasıda yok) söylenmektedir. Fakat hastalığın ürkütücü yanı insanlarda kedi köpek ısırmalarına karşı haklı bir duyarlılık oluşturmuştur. Bağışıklanmamış hayvan ısırıklarında (Pek çok hekim hayvan bağışıklanmış da olsa aşı uygulaması yapıyor.) en az 3 doz ithal aşı diye bilinen HDCV uygulanıyor.Hayvan kayıp ya da kuduz ise aşı 7 doz uygulanıyor.
Aşı çok pahalı; (ucuz olan simple tipi artık kullanılmıyor.) bugünkü fiyatı 21 milyon TL. civarında. Sağlık Bakanlığı kuduz aşısını neredeyse her ısırık vakasında ücretsiz karşılıyor. Bu da devlete tirilyonlarca liraya mal oluyor. Gökova Sağlık Ocağında çalıştığım yıllarda ve şu sıra Selimiye Sağlık Ocağında yaptığım gözlemler sokak köpeklerinin kısırlaştırılması ve aşılanmasının devlete çok daha ucuza mal olacağını gösteriyor. Her sağlık ocağı bölgesinde şüpheli ısırık vakası ve aşılama sayıları farklı olmak la birlikte ısırık sayısının başı boş köpeklerin sayısı ile doğru orantılı olduğu kabul edilerek Selimiye Sağlık Ocağı bölgesinde yaptığım gözlemlerin diğer yörelerde de benzer olduğunu varsayabiliriz.

Selimiye’de yaklaşık 30 başı boş köpek var.
Bunların 15 tanesini dişi olarak kabul edebiliriz.
Yıllık ortalama 20 ısırık vakası var. Isırık başına 4 aşı yaptığımızı kabul edelim : 4x20=80 aşı , 80x21 milyon= 1 milyar 680 milyon TL.

Bu paranın neredeyse tamamı devletin kasasından çıkıyor. Bir köpeğin en pahalı yöntemle kısırlaştırılması 50 milyon TL. 15x50 milyon=750 milyon TL. Köpeklere uygulanan en pahalı kuduz aşısı 7 milyon , 7 milyon x30= 210 milyon TL. 210 milyon+750 milyon= 960 milyon lira.

1.680.000.000 - 960.000.000 = 720milyon TL.

Bir yıl için Selimiye ölçeğinde devletin kasasında kalacak olan paradır. Kaldı ki devlet kendi istihdam ettiği veteriner hekim ve veteriner sağlık
memurları ile bu maliyetleri çok çok daha aşağılara çekebilir. Benim yukarıda verdiğim rakamlar özel veteriner hekim fiyatıdır.
Bir sokak köpeğinin ömrü 10-12 yıldır.Sokaktaki köpeğin ortalama yaşını 6 olarak kabul edebilriz. Bu demektir ki 6 yıl sonra itlaf yöntemine gerek kalmaksızın sokak köpeği sorunu ortadan kalkacaktır.
Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik sorunlar bu konuya insancıl çözümler getirerek bir nebze olsun hafifleyecek gibi. İsterseniz hesabı bir kez de siz yapın...
DR. FERHAN ÇAKIR
SELİMİYE SAĞLIK OCAĞI TABİBİ
E-MAİL: ulascakir @ yahoo.com


sayfa başına
 

AKYAKA’NIN YOLLARI ZEHİRLİDİR

– yinede şanslıyız!

Sahibiyle gezmekte olan tasmalı bir köpeği yol kenarında gelişigüzel bir yerde bırakılmış zehirli et bulup yedikten sonra kötü hastalanmış. Orman kampında aynı şekilde başka bir köpek aynı kaderi paylaşmış. Mide içindekilerinin analizinde herkesin kolayca bulabildiği bir türünden tarım ilacı cıktı! İki köpek ancak veterinerin cabalarıyla kurtulabilmiş. Sahipleri ise bir sürü telaşlar yanında masraflar da yapmış.

Öte yanda diğer hayvan sahiplerinden gelen haber daha da kötü, onların hayvanları ölmüş.

Aslında bu konu yeterince tartışılıp konuşuldu, yinede ...

Akyaka gibi sakın, güzel, kıralanların arasında bulunan, turistik bir yerde bu tür olay yakışmaz diye düşünüyoruz. (Turistik deyince: “Turistler” genelde bu hayvanlardan, başıboş olsa da hoşlanır!) Buraya gelip yerleşen veya eskiden beri burada oturan bir insanın hayatını bir hayvan ile paylaşmasını doğaldır. Saldırgan olmayan, aşılı ve bakımlı, sahipli veya sahiplenilen hayvanların gezmesi veya gezdirilmesi de doğaldır. Öyleyse bahcednin dışında niye gidip gelmesin?

Kuduz mu? Kuduz artık her imhanın bahanesi mi olacak? Muğla bölgesinde 20 seneden beri kuduz vakaları yoktur!

Yollarımız yinede zehirliymiş!

Nerede şansımız var diye soruyorsunuz? Ya bir çocuk zehirli madde bulup yeyip ölürse?! Burada şimdiye kadar “sadece” hayvanlar ölmüş. Şansımız orada işte!

Thomas Schmitz

sayfa başına
 

Cevreyi kirletene milyarlık cezalar

Çevre Bakanlığı, çevreyi kirletenlere bu yıl uygulanacak para cezalarını belirledi. Söz konusu genelgeye göre, her türlü atık ve artığı çevreye zarar verecek şekilde bırakan, depolayan, taşıyan ve uzaklaştıran kişilere 298 milyon 870 bin, kuruluş ve işletmelere 896 milyon 620 bin ile 1 milyar 494 milyon 380 bin lira arasında değişen para cezası uygulanacak.

Böylece yere çöp atan, tüküren ve arabalarından poşet, sigara izmariti ve madeni kutu fırlatanlar 298 milyon 870bin lira para cezasına çarptırılacak. Kirliliği önlemek ve etkilerini gidermek için gerekli tedbirleri almayan kişilere 1 milyar 494 milyon 380 bin lira, kuruluş ve işletmelere 4 milyar 483 bin 380 ile 7 milyar 471 bin 910 bin arasında değişen para cezası uygulanacak.

Arıtma tesislerini tek başına veya ortak olarak kurmayan kuruluş ve işletmeler 9 milyar 290 bin lira ceza ödeyecek. Her türlü atığın, arıtılması ve zararsız hale getirilmesiyle yükümlü kuruluşlar, önlem almamaları halinde, 4 milyar 483 bin 140 bin lira para cezasına tabi olacak.

Havada, suda, toprakta kalıcı özellik gösteren ekolojik dengeyi bozan kimyasal maddelerin üretim , ithal, taşıma, depolama ve kullanımında çevre koruma esaslarına aykırı davrananlara 2 milyar 988 bin 760, kuruluş ve işletmeler de 8 milyar 966 bin 290 ile 14 milyar 943 bin 820 bin lira arasında para cezası uygulanacak. Belirlenen standartların üzerinde gürültü çıkaran ve gürültünün asgariye indirilmesi için gerekli önlemleri almayan kişilere 149 milyon 430 bin lira en çok 747 milyon 190 bin lira ceza ödemek zorunda kalacak. Genelgeye göre, bütün sahillerde, Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale boğazlarında, liman ve körfezlerde, göller ve akarsularda kirletme yasağına uymayanlara getirilen para cezaları da 1 milyar ile 150 milyar arasında değişiyor.

(Radikal gazetesin'den 20.01.00)

Not: Ovamızda yasak olan kara avcılığını yapan, sazlık arazileri yakan veya başka şekilde zarar veren kişilere Özel Çevre Koruma tarafından 300 ile 400 milyon lira arasında para cezası uygulanacağı ÖÇK Müdürlüğünden bildirilmiştir.
sayfa başına
 

"MAVİ BAYRAK" NEDİR?


The European Blue Flag Campaign - FEEE


Olof Palmes Gade 10,

DK-2100 Copenhagen, Denmark

Tel: +45 31 42 32 22 - Fax: +45 31 42 34 78

Avrupa’nın Mavi Bayrak’lı Plaj standartlarına uymalarına yardımcı olun!

Plajlara verilen Mavi Bayrak için 26 kriter vardır.

Mavi Bayrak konusundaki tecrübelerinizi FEEE’ye anlatın, böylece Avrupa Mavi Bayrak standardına uyulması konusunda bize yardımcı olabilirsiniz. Ayrıca, Mavi Bayrak standardına ne derecede uydukları konusunda yerel belediye başkanlığına veya marina işletmecisine bildirimde bulunarak da yardımcı olabilirsiniz.

PIaj kriterleri ana hatlarıyla şöyledir:

• belli ve yüksek bir su kalitesi standardına uygunluk

• sınai veya diğer atık suların plaja boşaltılmaması

• kirlenme olayları için bir acil durum planının varlığı

• yörenin kıyı kesiminin geliştirilmesi ve kullanılması için bir çevre planının varlığı

• petrol, insan kaynaklı veya diğer atıkların yol açtığı yoğun kirlilik belirtilerinin olmaması

• plajı temiz tutmak için yeterli sayıda çöp kutularının bulunması

• plajın düzenli olarak temizlenmesi

• su kalitesi bilgilerinin plajda asılı olması

• Mavi Bayrak bilgilerinin plajda asılı olması

• çevresel faaliyetlerin halka sunulması

• plajda halka açık tuvaletlerin yeterli sayıda olması

• plajın herhangi bir yerinde oluşabilecek kazalara karşı cankurtaran- ların veya yeterli cankurtarma ekipmanlarının bulunması

• izin verilmedikçe plajda vasıtaların kullanılmaması

• plajda kamp faaliyetlerinin yapılmaması

• plajda köpeklere izin verilmemesi

• plaja ulaşma yollarının güvenli ve kolay erişilir olması

• eğlence faaliyetlerinin herhangi bir plaj ziyaretçisini tehlikeye atmaması

• plaj faaliyetlerinin doğayı koruma çalışmalarına engel olmaması

• plaj tesislerinin uygun şekilde korunması

• özürlü ınsanlar için ulaşma yolları ile tesislerin bulunması

• İçme suyu için ücretsiz bir kaynağın olması

• umumi telefonların mevcut bulundurulması

Bu çevreyi sağlıklı ve temiz tutmaya yardımcı olabilmeniz için

başka yollar da vardır.

PIaj ziyaretçisi olarak;

• plajdaki çöp kutularını kullanabilirsiniz

• plaja gitmek için yürüyebilir, bisiklet kiralayabilir veya belediye otobüsüne binebilirsiniz

• emniyet konusundakiler dahil olmak üzere yerel plaj kurallarına uyabilirsiniz

• plajın ve çevresinin doğal yapısına saygı gösterebilirsiniz

• kaldığınız yerde su ve elektrik tüketiminizi sınırlı tutabilirsiniz

• çevresine duyarlı bir tatil beldesini özellikle seçebilirsiniz

sayfa başına


TEDAŞ'a bir rıcamız:

Ya düşerse?

Köprübaşındaki elektrik direğinin acele olarak tamir edilmesi gerektiğini diye düşünüyoruz.

GAS-Der.Yön.Krl.
sayfa başına

BASIN BİLDİRİSİ

Türkiye Tabiatını Koruma Derneği tarafından 19-20 Kasım 1999 tarihlerinde gerçekleştirilen ”Su Samurunun Türkiye’deki Durumu” adlı sempozyumda sunulan 17 bildiri ve bir poster ile yaban hayatının içinde bulunduğu güç koşullar gündeme getirilmiş ve su samurunun mevcut populasyonlarının korunmaları ile ilgili hususlar tartışılmıştır.

Besin zincirinin son basamağında bulunan su samuru başta balıklar olmak üzere çeşitli su ürünleri ve karasal küçük omurgalı hayvanlarla beslenmektedir. Bir beslenme davranışı olarak avını hastalıklı veya zayıf bireylerden seçen su samuru doğal dengenin korunmasında önemli rol oynamaktadır. Bugün aşırı avcılık, habitat daralması ve su kirliliği memleketimizin hemen hemen her yerinde su samurunu yok olma noktasına getirmiştir.

Su samurunun gezineceği, gizleneceği ve başarılı bir şekilde üreyebileceği bitki örtüsü yangın, kesim ve erozyon gibi faktörlerle tahrip olmaktadır. Tarım alanlarında kullanılan gübre ve ilaçlar ile evsel ve endüstriyel atıklar dere, çay, ırmak, nehir ve göllerimizi kirleterek pestisit ve ağır metaller su samurlarını doğrudan veya besin kaynakları vasıtasiyle dolaylı olarak öldürmektedir. Yol yapımı ve baraj inşası gibi faaliyetler sırasında su samurlannın yuvaları bozulmakta ve su samurları dağılarak telef olmaktadır.

Ulkemizde gittikçe yaygınlaşan ve su samurunun doğal yaşam alanları içinde yapılan kültür balıkçılığı, balıkları avladığı için su samurlarını hedef göstermekte ve bu hayvanları yerlerinden etmektedir.

Birer hayat göstergemiz olan su samurlarını korumak ve yaşatmak için aşağıda belirlenen bazı önlemlerin derhal uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir.

1. Türkiye’deki su samurlarının bugünkü yayılışını ortaya çıkaracak bilimsel araştırmalara hız verilmeli


2. Su samuru ve bu durumda bulunan diğer yaban hayatı elemanlarını korunmak için ağır cezalar öngören bir kanun değişikliğine gidilmeli

3. Su samurunun habitat örtüsünü oluşturan bitki türleri korunmalı

4. Tarım arazilerinde kullanılan gübre ve ilaçların sebep olduğu su kirliliğini önlemek veya azaltmak amacıyla suya yakın gübrelenmemiş ve ilaçlanmamış ”tampon bir bölge” bırakılmalı

5. Kirliliğe sebep olan fabrika ve benzeri tesislerden bırakılan atıklar antılmalı ve bu sürekli denetlenmeli

6. Su havzalarına yakın olarak yürütülen bazı faaliyetler (yol yapımı, baraj inşası gibi) su samurlarının yuvalarına ve kendilerine zarar vermeyecek şekilde sürdürülmeli ve gerekli önlemler önceden alınmalı

7. Barajların inşası sırasında göç eden balıkların hareketlerine olanak sağlayacak tırmanma veya geçiş merdivenleri yapılmalı

8. Su samurlarının korunmasına yönelik ulusal bir eylem planı hazırlanmalı, ”her şey insan için” felsefesi yüzünden bozulan ekosistemlerin yeniden tesisi için gayret gösterilmeli ve su samurlarının korunması ile ilgili geliştirilecek eylem planına mutlaka balıkçılar da dahil edilmeli

9. Eğitsel çalışmalara hız verilerek uluslararası kuruluşlarla işbirliğine gidilmelidir.

Sempozyum Başkanı

                    Prof. Dr. İrfan ALBAYRAK

sayfa başına
 

DERNEKTEN

Su Samuru’nun maceraları :

Merhaba sevgili samur severler!

Adım Suzi! Ben azmakta oturan su samuru dişisi.

Neanlatacak-

tım... aklıma gelmiyor.. ah : "fast food" maceramı ...

Koskoca kış geçtikten sonra, zamanım nasıl geçti diye anla- tacağım. Ya-, bu kış hiç rahat edemedim...bu kadar soğuk, rüzgar, çoktan beri görmedim. Artık Avrupadaki kardeşlerimi kıskanmağa başladım, onlar ne kadar rahat kış uykularına giderler ki- ya ben? Zavallı Suzi uyuyamadı! Biliyorsunuz hiç alışık değilim bu tür uykulara...Acıktım da, midem rahat değildi. Normal yağışlı ve sıcak havalarda yeterince yiyecek bulurum. Bu sene sürüngenler, yengeç ve kolay avlanabilen lezzetli birşey bulamadım. Onlar hep soğuktan kaçıp suların dibine, çamurlara veya sazlıklar arasında uyudular.

Bir akşam midem beni bu kadar rahatsız etti ki, restauranta gideyim dedim. Eskiden çok tehlikeli bir yer idi bu restaurantlar...Büyük babam, annem bile orada canlarını kaybettiler. Ama birkaç yıldan beri o taraftan kötü bir haberi olmadı, bir deneyim dedim. Alabalıklara bakabaka kaldım, ama bu soğukta soğuk birşey yemek hoşuma gitmedi. Sıçak birşey yeyelim diye birçok yağlı ve çok lezzetli görünen su tavukları gözümün önünden geçti. Ah- “Fast Food” düşündüm...ama bu "food" çok da "fast" kaçtı!!!Midem boş kaldı- kaldı ki rezil de oldum: Bana baktılar pencereden, hiç dikkat etmedim. O kadar utandım ki, anlattamam...

Sonra geleneksel akşam yemeği avlanmasına mecbur kaldım, gittim arkadaşlarımdaki bahce havuzundaki balıkları yedim. Onlara kart vizitimi de bıraktım, gelen benmim ha, sıradan bir eşkiya su samuru yada bir başka balık hırsızı değil...işte kartım bırakıp gittim.

İlk bahar gelse de, eşimi beklerim, bu seyyar erkek samurları, hiç beni düşünmez. Ama geldiği gün sevinirim, önümüzdeki aylar tekbaşıma kalmayacağım. Kim bilir yavrularım da olabilir ...onlara “fast food” nasıl yenecek diye öğretebilirim...

Sevgilerimle Suzi

sayfa başına

 

Suzi'nin sözlüğünden :

fast food" : fast = çabuk, hızlı, food = yemek, çabuk gelen ve yenebilen yemektir, (Mc Donalds gibi)

“kış uykusu” : bazı memeli hayvanlar kışın enerjilerinden tasarruf edip, aylarca süren bir uyku uyur. Bu tür davranış çoğu zaman yem bulunamayan, hava şartlarının dışarıda olmak için uygun olmadığı yörelerde görür. Hayvan uykuyu girmeden bir sürü hazırlıklar yapmak zorunda kalır, yemek çok yer, yağlı olmak hayatta kalmak demektir, saklanabilecek bir yer bulması gerek. Uyku başlayınca bütün vüçut fonksyonların asgari seviyeye düşürür.”Bizim” su samurumuz kış uykusuna yatmaz, iklim ve yem bulma şartları uygun olduğu için ayakta kalır.

"kart vizit" : Su Samurları belli bir yöreye sahip çıkar (bir samuruna 15km kadar nehir veya azmak kenarı ancak yeter!). Bölgenin sınırlarını bellirtmek üzere görünebilen bir yere (bir taş üstü, kütük üstü gibi) bir parça dışkısını bırakır. Yeni gelen ve bu “kart viziti” bulan bir su samuru, bu dışkı parçasını bir gazete gibi okur: burada oturan su samurunun cinsiyetini, yaşını, sağlıklı olup olmadığını öğrenebilir.

“seyyar” erkek samurları : Yukarıda söylediğimiz gibi, büyük bir alana sahip olan su samuru genellikle tek başına yaşar. Ancak çiftleşme zamanlarında kısa bir süre, yavrular büyüyene kadar bir kaç ay için bu alanı paylaşır. Suzi'ye gelen “seyyar koca” uzaktan gelir (Gelibolu'dan, Köyceğiz’den bile) ve Suzi'nin çiftleşmek istediğini “kart vizit”en öğrenir.

Şaşırdık...

Gökova Beldesinde bir kahvede oturup Gökova Belediyesinin 2000 yılının takvimini gördük. Ve ne kadar şaşırdık : başlık olarak “işte Gökova” haber bültenimizin başlığı basılmıştır. İlk olarak güldük, ikinci olarak kızdık, üçüncü olarak “bu bir komplimandır” diye düşünmeye başladık- aynı zamanda birazcık da reklamımız oluyor...artık herkes başlığımızı tanıyor. Yinede insanlar kendisi birşey yaratıp üretirse daha güzel olur diye düşünüyoruz. Ve çok daha zengin ve renkli bir seçenek olur...

Gökova Belediyesi madem yaptığımız işten hoşlanıyor, bizden bir teklif: Planlanmış olan grafik işlerinizi fikirlerimizle destekliyoruz, önümüzdeki senelerde yapılacak takviminizde yardımcı olalım! Ne dersiniz? GAS-Der

sayfa başına


Yönetim Kurulu Anketinin sonuçları :

ÖZET

· Faaliyetlerimizin hangileri önemli?

1. : Ova, orman ve plajların daha iyi korunması
2. : Halkla ilişkilerin iyileştirilmesi

3. : Eğitim (seminer vs), haber bülteni vb çıkartılması

4. : Tanıtım (internet, şenlik, sergi vs)

· Etkinliklerimiz ne zamanda yapılması uygun?

İlk baharda

· Üyelerimizin daha aktif bir hale getirilmesi için

bir lokal açılması, seminer, kurs vs. düzenlenmesi uygun görüldü.

· 1999 senesindeki masraf tablosundan memnunuz

· Bazı konularda dernek daha da aktif olabilir, yalnız yeterince destek olamıyor.

· Basın işlemlerimiz (broşür, kitap vs) daha yoğun olabilir. Önem veriyoruz.

· Su Samurları işlerimize çok önem veriyoruz. Ona benzer başka projelerimiz de gerçekleştireceğiz.

NOT:

Yeni hazırlanan Akyaka Belediye rehberinde yer almak ve desteklemek üzere üyemiz Sn. Mehmet BİLDİRİCİ’nin tarihsel içerikli bir yazısını Akyaka Belediyesine gönderdik.Bu yazı basıldı. Derneğimizin başkanından da çevre ve turistik konular ile ilgili bir yazı istendi.
Ama yolladığımız yazı maalesef basılmadı. Ayrıca parasal destek vermek üzere gönderdiğimiz reklamımız verdiğimiz taslaktan farklı, eksik ve yanlış basıldı.
Hakkımızdaki hiçbir bilginin (adres, telefon, fax, dernek logosu) yer almadığı görüldü.
Reklam firmasına bir ihtarname gönderip, verdiğimiz paramızın (Yani hepimizin parası !) geri verilmesini talep ettik. GAS.Der Yön.Krl.
sayfa başına
 

Dalai Lama’nın 2000 senesi için hepimize gönderen dilekleri :

Yaşam tavsiyeleri (Dalai Lama’nın Mantrası) :

1) Büyük aşkların ve büyük başarıların içinde büyük bir riskin olabileceğini hesapla.

2) Kaybedersen, aldığın dersi kaybetme.

3) Üç büyük "s"lere bak:

*Kendine olan saygına

*Diğerlerine duyduğun saygıya ve

*Yaptıklarının sorumluluğuna

4) Bazen istediğini alamamanın daha büyük bir şanş olduğunu hatırla.

5) Kuralları öğren, ki onları kırabilesin doğru olsun diye.

6) Küçük bir çatışmanın büyük bir dostluğu bozmasına izin verme.

7) Hata yaptığını fark ettikten hemen sonra, onu düzeltmeye çalış.

8) Hergün kısa bir zaman için tekbaşına kal.

9) Değişmelere kollarını aç, ama değerlerinden vazgeçme.

10) Bazen sessizliğin en iyi cevap olabileceğini hatırla.

11) İyi ve ahlaklı bir hayat yaşa, yaşlınıp geriye bakınca, onu bir daha zevkle yaşayabilirsin.

12) Evde şefkatli bir atmosfer hayatın temelidir.

13) Sevgililerin ile sürtüşmelerde şu andaki durumu çözmeye çalış, geçmişe bakma.

14) Bildiklerini paylaş, ölümsüzlüğün bir yoludur.

15) Dünyaya tatlı davran.

16) Yılda bir defa daha önce gitmediğin bir yere git.

17) Birbirinize duyduğunuz aşk, birbirinize duyduğunuz ihtiyaçdan daha büyük olsun, en iyi ilişkilerin öyle olduğunu hatırla.

18) Başarılarını, gerçekleştirmek için bıraktıklarına tart.

  1. Aşka ve yemek pişirilmesine delikanlı olarak yaklaş.

sayfa başına
 

AJANDAMIZ 2000


19.05. ATATÜRK Fotoğraf Sergisi

Çakırhan – Çambel Kültür ve Sanatevi

03.06. Riitta CANKOŞAK, Seramik Sergisi Çakırhan – Çambel Kültür ve Sanatevi

08.07. Yılmaz SÜLÜKÇÜ, Resim Sergisi

Çakırhan – Çambel Kültür ve Sanatevi

ardından değişik sergiler...

İhtimalen Hazıran’da bir seminerimiz olacaktır

17/18.06.BAÇEP Toplantısı / Eğridir

30.06. Semiramis ÖNENER, Resim Sergisi

Çakırhan – Çambel Kültür ve Sanatevi

16/17.09.BAÇEP Toplantısı / Denizli

28/29.10.V.Cumhuriyet Kupası Satranç Turnuvası

16/17.12.BAÇEP Toplantısı / Burdur

Etkinliklerle ilgili haberi lütfen afiş ve haber

panomuzdan alın.

sayfa başına
 

CALISMALARIMIZ

* DEPREMZEDELERE YARDIM

İki Amirlerimize işlerinde başarılar diliyoruz.

sayfa başına
 

SATRANÇ:

MUĞLA IL SATRANÇ BIRINCILIGI MARMARIS MAVI OTELDE GERÇEKLESTIRILDI
Bu yil ikincisi düzenlenen il birinciligi turnuvası Marmaris Mavi Otel’de ne yazık ki kötü bir organizasyonla yapıldı. Resmi bir turnuva olmasına rağmen yüksek katılım ücretinin alındıgı turnuvada maçların otelin yemek saatlerine göre ayarlandıgı gözlendi. Çok geç haberimiz olduğundan sadece üç üyemiz katılabildi.7tur Isviçre yöntemine göre yapılan turnuvada ilk 4derece asağıdaki gibi olustu.
1.Fırat Cem Ağca (5.5 p) Marmaris

2.Özgür Cem Ağca (5.5 p) Marmaris
3.Oğul Köşeoğlu (5 p) Muğla
4.Yılmaz Sülükçü (5 p) Datça
Ilk dört dereceye giren sporculara Türkiye 1/4
finalinde basarilar dileriz. GAS-DER SATRANÇ KOLU (F.Ç.)

sayfa başına
 

Sanatçılarımız:

Riitta Vilkkavaara Cankoşak 1.5 yıldan bu yana Akyaka’da yaşamaktadır. 1.5 yıl önce bir Ağustos günü yelkenli bir tekneyle eşi ve o zamanlar 2 yaşında olan oğlu ile hayatında ilk defa olarak Akyaka’ya ayak basan Riitta hemen buraya aşık olur ve yerleşmeye karar verir. Kısa bir süre sonra atölyesini kurar. Seramik fırınını trifaze elektriğe bağlatması biraz uzun zaman alsa da, bulduğu her boş vakitte atölyesine koşan Riitta burada birbirinden güzel seramik heykeller üretir. O profesyonel bir sanatçı değildir. Yani sanatı ile para kazanmaz. Sevdiği için yapar heykellerini. Uzun söze ne hacet, Haziran’ın 3'ünde 'Nail Çakırhan ve Halet Çambel Küktür ve Sanatevinde' bir sergisi olacak Riitta’nın. Gelin, yapıtlarını görün, kendisiyle ve eserleriyle tanışın. İçinizin ısınacağına eminiz. GAS-Der

ŞİİR

sayfa başına
 

GÖKOVA

Almış Ege’nin doyumsuz mavisini

Körfezin derinliklerine uzatmış

Yeşil kadifeden ormanı

Dağların sırtına kaftan gibi atmış

Toplamış tüm güzelliklerini doğanın

Biraz da kendi güzelliğinden katmış

Tanrı Gökova'yı

Özenerek yaratmış

Temel SEZIN

sayfa başına