|
".. İŞTE GÖKOVA!"
GÖKOVA-AKYAKA'YI SEVENLER DERNEĞİ'NİN ÜCRETSİZ HABER BÜLTENİ
SAYI: 9 YIL: 1998
GÖKOVA-Akyaka'yı Sevenler Derneği
KOD NO: 48-06-048
Merhaba Dostlar!
Bu yazı yayınlanıncaya kadar yaz gelmiş oldu. Akyakamız yine hareketlenmeye başlayınca, derneğimizin faaliyetleri de yoğunlaşmaya başlıyor. Türkiye için özel bir yıl, bizim için de özeldir. Cumhuriyetin 75. Yıldönümü kutlamalarının güzel ve önemine layık olmasını isteyen makamlar, özel "kutlama komiteleri" kurdular, bir Ula İlçe Eylem Planı oluşturuldu ve derneğimiz de yapılan çağrı sevinçle katılarak etkinlilerin hazırlanmasında görev aldı. Etkinliklerin program taslakları ve Akyaka'da olacak etkinlikler hakkındaki bilgileri "Gökova'dan Haber" sayfamızdan öğrenebilirsiniz. Bununlar beraber, görev almak isteyen kişiler lütfen dernek başkanlığımıza müracaat etsinler, teşekkür ederiz.
Haber panomuzun altına yeni asılmış olan dilek kutumuzun çok faydasını görüyoruz. Şimdiye kadar hiçbir hafta boş kalmadı. İrtibat sağlanmasını kolaylaştırdığını gördük. İçinde yayınlanacak haberlerinizi, yazılarınızı ve güzel şiirlerinizi buluyoruz. Birkaçında övgüler de vardı; Haber bültenimizden hoşlanmanız, derneğimizi sevdiğinizi belirtmeniz, yönetim çalışmalarımızı övmeniz bizi sevindirdi. Sağ olun. Bunun dışında istekleriniz ve dileklerinizi de bulduk. Onlardan birkaç örnek vermek istiyorum;
- Hidrelez ve / veya kabotaj bayramlarında etkinlikler isteyenlere iyi bir haberim var. Cumhuriyetin 75. Yıldönümü kutlamaları kapsamında, bu senen Akyaka'da kabotaj bayramında da özel kutlamalar olacakmış.
- Elektrik kesintilerinden şikayetçi olan arkadaşımıza maalesef yardımcı olamayız. Ne malzeme kullanımında, ne teknik problemlerin çözümünde bir sözümüz olamaz. Yine de eski zamanlara bakınca, çok büyük bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz. Artık yağmurlu veya rüzgarlı günlerde, yağ veya gaz lambalarımızı yakmamız gerekmiyor, mumlarla romantizm kazanan akşam yemekleri şimdilerde pek ender. Elektrik sistemlerimiz kusursuz olmayabilir, ama bizce fena çalışmıyor.
- Sivri sineklerle ilgili problemlerin çözülmesinde ise yardımcı olabiliriz. Yeniden Akyaka ve Gökova Sağlık Ocaklarıyla işbirliği yaparak, rahatınızı kazanmaya çalışıyoruz. Ama bu problemin kolay veya aniden çözülmesi beklenemez. Belediyemizin artık, saplıksız olan sisleme yöntemini bırakacağı haberi kulağımıza ulaştı. Çok sevindik!
Mayıs'ta çıkan bir "Ortaca Postası" gazetesinde, Dalaman Belediye Başkanının "... Yaz Sislemesi, kış sislemesi dediğimiz yöntemle mücadele etmekteyiz ..." beyanını okuyunca, maalesef Dalaman belde halkının hala bu kötü metoda maruz kalmasından dolayı üzüldüm. İyi ki belediyemiz artık böyle zararlı ve sadece oy kanmaya yönelik gösterişten ibaret bir yöntemin gereğini duymuyor. Bizce, çevreci olanlara ve insanların sağlığı için çalışanlara da sevinerek oy verilir.
- Bir başka arkadaşımızın, özel bir hayvan problemi vardı. Eskiden, orman giriş kapısının karşısında, geyik ve keçilerle beraber bir dağ erkeci vardı. Hayvan gerçekten çok sevimliydi, ben bile birkaç kez onu okşadım. Birden piyasadan kaybolunca, bir hanım onun nereye gittiğini araştırdı ve onun Alanya!ya gönderildiğini öğrendi. Bu arkadaşımız, onun orada uyum saplamadığını ve yemek bile yemediğini öğrenmiş, bize haber verdi. Orman şefimiz Sn. Muammer KOÇAL'a sorduğumuzda, problemi araştıracağı sözünü aldık. Hayvanın artık alıştığını ve mutlu olduğunu umarız.
Ama buradaki dağlara, dağ keçileri yerleştirmeye gücümüz yetmez, bunu bize yazan bayana söylemek zorundayım. Bizi affedin.
Orman şefimizden bahsetmişken ... Artık eski orman şefimiz demem gerekiyor. Size, Sn. Muammer KOÇAL'ın, Marmaris'e tayin edildiğini üzülerek bildiriyorum. Muammer Bey, genç ve işinin ehli olmasının dışında, ormanı ve çevreyi gerçekten seven, tartışmaya açık ve derneğimiz için her zaman ulaşılabilir bir orman bölge şefi idi. İyi ki Akyaka'yı unutmadı, irtibatımız devam ediyor. Yeni yazısı ile "... İŞTE GÖKOVA!" da yine yer alıyor. Yeni görevinizde başarılar diler, Marmaris' sevgi ve saygımızı göndeririz.
Henüz yeni bir şefimiz olmadı, onunla da iyi bir irtibatımız olacağını umarız.
Nisan ayında, Ortaca'daki bir satranç turnuvasına, derneğimizden üç kişi olarak katıldık. Şubat ayında Akyaka'da üçüncü olan Dr. Ferhan ÇAKIR, Thomas SCHMİTZ ve ben katıldık. Bu defa Sn. Thomas SCHMİTZ dereceye girdi ve üçüncü oldu. Kendisini tebrik ediyoruz. Ortaca'daki turnuvada ikinci olan Sn. Serhat KURT Muğla'da yapılan liseler arası satranç turnuvasında şampiyon oldu ve Ankara'daki Türkiye Liseler arası satranç şampiyonasına katılacağını sevinerek öğrendik. Tebrik eder, başarılar dileriz. Ortaca'da birinci olan Sn. Cengiz ŞADIR'ı tebrik ederiz. Derneğimizin Cumhuriyet haftasının başlangıcında, bir Cumhuriyet kupası vereceğini şimdiden ilan ederiz. Bununla ilgili daha detaylı bilgilere lütfen iç sayfalarımızdan öğrenin.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla, Ula ilçesine bağlı ilköğretim okulları arasında gerçekleştirilen "Çocuk ve Çevre" konulu resim yarışmasının sonuçları ve ödül töreni ile ilgili haberi iç sayfamızda bulabilirsiniz.
Burada bitirirken, hepinizin güzel ve rahat bir yaz geçirmenizi diler, saygı ve sevgilerimi sunarım.
Heike THOL-SCHMİTZ
(Dernek Başkanı)
NOT: Bank projemiz için şimdiye kadar bir kaç üyemizden bağış alabildik, daha iyi pazarlık yapabilmek için, teklif ve bağışların çoğalmasını bekliyoruz. Aidatlarınızı yatırırken, "Bank Projesi" için de para yatırmak isterseniz, lütfen "Bank Projesi" diye havale fişinde belirtiniz.
Teşekkürler
Gökova Köyü Sakar Dağı eteklerine kurulmuş, son nüfus sayımına göre 2300 kişinin yaşadığı 480 haneli şirin bir köydür. Şu anda belde olmak için çaba sarf etmektedir.
Gökova Köyü'nün doğusundaki komşu köy, eski adı Çaydere yeni adı Yeşilova Köyü'dür, bu iki köy asfalt yolla bağlanmıştır.
Gökova Köyü'nden Yeşilova (Çaydere) Köyü'ne hareket ettiğimizde, Sakar Dağı eteklerinde kayalılardan kalma Kaya mezarlarını görürüz, bu bölge 1. derece Arkeolojik Sit Bölgesi ilan edilmiş, her türlü kazı, hafriyat, yapılaşma yasaklanmıştır. Kaya mezarlarından yüz metre ileride Sakar Dağı eteklerindeki bölge iş makinaları tarafından kazılarak resmi ve özel kamyonlarla, Marmaris ve Gökova çevresinde dolgu malzemesi olarak kullanılmakta. Bunun sonucu gökova'nın doğal yapısı bozulmakta, daha yukarıda bulunan zeytinliklerin altı oyulmakta. Yakınlarda bulunan sarnıça akan ve köylüler tarafından içme suyu olarak kullanılan kaynak suyu kurumuş bulunmaktadır.
Gökova'dan Yeşilova yönüne devam ediyoruz. 2 km ileride Köy Hizmetleri Şantiyesi bundan 1 km ileride özel işletmeye ait mıcır ve taş kırma şantiyesi karşımıza çıkıyor. Bu şantiyeler işleyecekleri malzemeleri iki yoldan temin ediyorlar, birincisi Gökova'nın ortasından akan ve denize ulaşan dere yatağından, ikincisi Sakar Dağı eteklerinde dinamit patlaratark. Dere yatağından alınan malzeme çayın yönünün tarım arazilerine doğru değiştirmekte ve böylece erozyona sebep olmakta, topraklarımız denize akmakta.
Malzeme temini için dinamit patlatılması sonucu yaban hayatı yok olmakta doğal denge bozulmaktadır.
Mıcır ve çakıl üretimi esnasından çıkan toz yörenin temel tarım ürünü olan zeytin ağaçlarında verim düşüklüğüne sebep olmakta ve sonuçta ağaçlar kurumaktadır.
Bu şantiyelerin ulaşım için kullanıldığı köy yolları yetersiz olduğundan, ağır araçların sebep olduğu gürültü, toz insan ve hayvan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir.
Şantiyelerin bulunduğu bölgedeki arazilerin hiçbir ekonomik ve tarımsal değeri kalmamıştır.
Gökova'lılar olarak bu şantiyelerin kapatılması için imza toplandı ve kaymakamlığa ulaştırıldı.
Buradan tekrar yetkililere sesleniyoruz, şantiyelerin hemen kapatılması Gökova'dan toprak, çakıl, dolgu malzemesi alınmasının yasaklanmasını istiyoruz.
Bize büyüklerimiz tarafından emanet edilen güzel Gökova'yı bizden sonra gelenlere aynı güzellikte bırakmak istiyoruz.
Ersan GÖKDUMAN
Gökova Sağlık Ocağı Geliştirme ve
Yaşatma Derneği Yön. Krl. Bşk.
Daha çok onlar yaşamalıydı ...
Onları hep birer birer
Tanıyorum,
Onlarla yan yana,
Boyanamadığım diye kana
Kendi kendimden utanıyorum.
Daha çok onlar yaşamalıydı,
Daha çok onlar haketmişlerdi bunu,
Daha çok onlar bilirlerdi
Yaşamanın ne olduğunu,
Ben onlardan öğrendim
Sevmeyi sevilmeği,
Bana onlar öğrettiler
Dostu dost düşmanı düşman bilmeyi
Kafamı onlar yoğurdular.
Orada yepyeni
Tap Taze
Gıcır gıcır bir alemi
İlk önce onlar kurdular.
O topraklarda ayrı gayrı bilinmez,
O topraklarda hep el ele tutulmuştur,
O topraklarda dert unutulmuştur;
Burcu burcu ekmek kokan baharda,
Ağız dolusu gülünür o topraklarda,
Daha çok onlar yaşamalıydı,
Daha çok onlar haketmişlerdi bunu;
Daha çok onlar bilirlerdi
Yaşamanın ne olduğunu,
Kavgam onların adıyla anılır,
Onlar öyle aç,
Öyle çıplak
Sanılır
Ama;
İlk önce onlar
Altettiler yokluğu,
Onlar tattılar,
İlk önce asıl tokluğu,
Daha çok onlar yaşamalıydı,
Daha çok onlar haketmişlerdi bunu;
Daha çok onlar bilirlerdi
Yaşamanın ne olduğunu
NOT: *Yapı tasarımcılığındaki ustalığı kadar şair yönüyle de beğeneceksiniz Nail Çakırhan'ı. Yukarıda yayınlanan şiir aynı adı taşıyan kitabından bir alıntı. Ederi 750.000 TL olan kitabı derneğimizden temin edebilirsiniz.
"ÇEVRE VE ÇOCUK" Konulu Resim Yarışmasının Sonucu
Ula ilçesinden katılan beş okulun toplam 73 eseri arasında, jürimizin dikkatle ve zorlanarak yaptığı seçimin sonunda 4 resim ödüle değer bulundu.
Bunlar:
I. KADEME 1. Belgin ŞİMŞEK
(Kızılyaka İlköğretim Okulu)
MANSİYON Server DATÇA
(C. ve B. Güneyman İlköğretim Okulu, Akyaka)
II. KADEME 1. İlkay GEZGİN
(Adile Mermerci İlköğretim Okulu, GÖKOVA)
MANSİYON Hakan AKPINAR
(Adile Mermerci İlköğretim Okulu, GÖKOVA)
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı başkanımız Sn. Heike THOL-SCHMİTZ her ödülü kazanan küçük ressamın okuluna giderek, kısa bir konuşma yaptı ve ödüllerini verdi. İyi ki ödül kazananların okulları birbirine yakın mesafedeydi. Aksi takdirde 1 saat içinde 3 okula giderek, törenlere yetişmek mümkün olmayacaktı. Çocukların gururları ve ödül kazanmanın sevinci yüzlerinden okunuyordu. Bu yaz, tüm resimlerin oluşturduğu bir sergi açmayı düşünüyoruz.
Katılan çocuklara, bize destek veren Ula İlçe Milli Eğitim Müdürüne, Milli Eğitim Şube Müdürüne, Okul Müdürlerine ve emek harcayan öğretmenlere tekrar teşekkür ederiz.
GAS-DER. YÖN. KRL.
Cumhuriyetin 75. Yıldönümü Kutlamalar ...
Bildiğiniz gibi Cumhuriyetin kuruluşunun 75. Yıldönümü kutlamaları ile ilgili yıl boyu aktiviteler olacak. Muğla ili, Ula ilçesinde saymanlık tarafından, bu faaliyetlerin gerçekleştirilmesi amacıyla, bir komite kuruldu.
Kaymakamımız Sn. Mehmet ALABACAK önderliğindeki komite aşağıdaki kuruluşlardan oluşmaktadır:
Ula ilçe Milli Eğitim Müdürü Sn. Özlem GÜRBÜZ,
Ula ilçe Milli Eğitim Şube Müdürü Sn. Yusuf ŞENECEBE
Gökova Jand. Karak. Kom. Sn. Yusuf YILMAZ
Akyaka Belediye Başkanı Sn. İsmail AKKAYA,
Akyaka Merkez Muhtarı Sn. Mehmet DATÇA,
GAS-DER. Başkanı Sn. Heike THOL-SCHMİTZ ve
Ula Ziraat Bankası memuru Sn. Salih GÜL
Yapılacak sergiler, geziler, turnuvalar vb. etkinlikler için çok çaba sarf etmemiz gerekiyor.. Sizlerden yardımlarınızı bekliyoruz. Haziran ayında gerçekleştirilecek olan sergiler ve kermes için şimdiden hazırlanmanızı öneririz. Bu etkinlikler için bazı görevliler gerekiyor. Derneğe bağış olarak, kermeste satılacak eşyaların hazırlanmasında, yardımlarınızı bekliyoruz.
Lütfen, Cumhuriyetimizin 75. Yıldönümü kutlamaları için elle çalışalım, hazırlıklı olalım:
Tüm programı, el ilanı ve afişlerle yakında bildireceğiz.
PROGRAM TASLAĞI
Eylül Ayı: Cahit ve Belkis Güneyman İlköğretim Okulu'nun açılışı
Ekim Ayı: Satranç Turnuvası (GAS-DER.) ve Cumhuriyet Haftası ile ilgili etkinlikler.
Tanıtım (Pankart, Afiş, F.F.) ve Fotoğrafçılık: GAS-DERNEK
YARDIM ETMEK İSTERSENİZ LÜTFEN DERNEK BAŞKANLIĞINA HABER VERİN!
ÇEVRE KÖŞESİ
Dr. Ferhan ÇAKIR
AZMAK ÜSTÜNE AYKIRI BİR ÖYKÜ: GÜNEŞİN GÖZÜ
Nehir kıyısında bir çok tekne bardı. Onlar en köhnesini seçtiler. Aylardan Temmuz, günlerden farkında olmadıkları bir gündü ve güneşin gözü kızıldı. Üç kişiydiler. Mezeleri hazırlayan en küçükleri "su almayı unutmuşuz" diyen yaşlı içiciye "boş ver azmak suyu ne güne duruyor" derken "çekin bakalım" dedi üçüncü içici. Rakıları çoktan azmak suyu ile seyreltmişti. Küpeştesi kırık ahşap teknenin kıç güvertesinde daracık bir alana sıkışmışlardı. Üçünün de yüzü azmağa dönüktü.
"Yeryüzündeki cennete içelim" dedi yaşlı olanı "Gökova'ya.
"Evet Gökova'ya içelim"
"Gökova cennetse bizde melekleri mi oluyoruz abi şimdi? Dedi en küçükleri.
Gülüştüler.
"Cennet ya bugün fazla sıcak"
"Bu duman ... boğucu"
"Haşere ilaçlamacısıdır."
Böylece konuştular aralarında cennetteki yangının ayırdında olmadan.
Üç gündür sürüyordu yangın. Karayel üç gündür hızını kesmeden öylece duman üflüyordu: Alazların kızılında kızışmış. Yanık yaprak ve et kokuları kıyıdaki lokantalardan çıkan ızgara balık ve rakı kokusuna karışıyordu. Soluk almakta zorlanıyordu azmak, zorlanıyordu üç içici. Boğulacak gibiydi güney. Akşam rahatlatır diye düşündüler. Akşam her zaman erken çöker azmağa. Yorgundur çünkü. Bütün gün devinirken, sazlıkları gölgeli hışırtısında durulabilmek için ay ışığını bekler. Ve de yıldızları ... Yıldızlar suskun ve soluktular. Oysa uyku mavisindeki körfezin üstünde bir gelin başı gibi asılı dururlardı. Ay, sevdalısıydı azmağın. Hiç bir yerde, hiç bir suda böylesine şavkımazdı. Şehvetle oynaşırlardı bulutlu bulutsuz gecelerde. Sonra usulcacık azmağın koynuna giriverirdi. İşte o vakit birazcık durulup şarkısını mırıldanmaya başlardı azmak. Bu şarkıyı bir kez işitebilen de azmağın sevdalısı olurdu.
"Boşuna bekliyoruz" dedi yaşlı olan "Bu gece azmakta tık yok" Boşuna beklediler. Ne ay azmağın koynuna girdi, ne de azmak şarkısını söyledi. Neredeyse sabah olacaktı. Hatta şimdiye güneş gözünü açmalıydı.
"Güneş gözünü Gökova'da açar:
Güneşin gözü gri,
Güneşin gözü mavi, yeşil, turkuvaz.
Güneşin gözü kızıl:
Güneş gözünü Gökova'da kapar."
Böylece bozdu sessizliğini azmak. Hüzünlüydü sesi. Ağıt yakar gibi söylüyordu bunları.
"Anladım niyetini. Ancak bu benim sonum olur biliyorsun."
"Boğuluyorum" dedi güneş "Lütfen karayel üflemeye devam et"
"Dinlemiyorsun bile ben. Ben ki bu körfezin can damarıyım, bana geliyor torik, akya. Ben olmazsam hayat bulamaz levrek, karides. Bu ovada, bu körfezde canlı olan her şeyde, herkeste benden bir şeyler var: yeni doğan bebeğin göz yaşında, damızlık boğanın döl suyunda ben varım".
Ağlamaklıydı sesi, kefalın göz yaşları azmağa karışıyordu.
"Nice sevdalar yaşattım, ne çiçekler açtırdım biliyorsun. Benim suyumla iyileştirirdi hastalarını Koslu Hipokrat".
Dayanamadı güneş, açtı gözlerini: iki damla yaş süzüldü dumanla karışık bulutların arasından. Coşkun bir yanardağın lavları gibi çöktü içine yeryüzündeki cennetin. Bulut oldu azmak, buhar oldu. Göz yaşları kurudu kefalın. Gidip bir başka cennete yağmur oldular.
"Kim bilir?" dedi yaşlı içici.
"Kim bilir? Diyerek onayladı onu diğer ikisi.
Üç içici ılık rakı kadehlerini tokuştururken bir kez daha hep bir ağızdan "KİM BİLİR?" dediler
Ferhan ÇAKIR
ŞİİR
Kirlenen dünyamıza
Doğaya yardım
Bugün denizden
Bir plastik bardak
Bir de teneke kutu
Çıkardım
Aferin sana dünyalı
Yaptığın çok anlamlı
Şapka çıkardım
Çok duygulandım
NİSAN -98
Coşkun ŞENER
İklim değişikliği ve doğanın tahribatı sonucu çöle dönen Orta Asya'dan, atalarımız yaklaşık bin yıl önce Anadolu'ya göç ettiler. Orta Asya çölünde yaşamlarını devam ettirme olanağı bulamayan atalarımız verimli topraklara sahip Anadolu'ya göç ederek nesillerini devam ettirmeyi ve refaha kavuşmayı bekliyorlardı. Bu günlerde kavuşmamıza neden olan bu büyük göç sonucu Anadolu'ya yerleşen Türk insanı yüzyıllar boyunca güçlü devletler kurdu, yüzyıllarca dünyaya hakım oldu ve sonucunda bugünkü Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Orta Asya'yı çeviren, toprağını verimsiz kılan nedenlerin başında ormansızlaşma gelmektedir. Ormanın olmadığı bir yerde tarım yapma olanağını da olmamasından dolayı açlık tehlikesi baş gösterir ve bunun onucunda insanlar için yaşama ortamı olma özelliği de kaybolmuş olur.
Anadolu ise o zamanlarda %60 - 70'lik kısmının ormanlarla kaplı olduğu, topraklarının verimli, su kaynaklarının çok olması atalarımız için cazibe kaynağı olmasına neden olmuştur. Yıllar süren savaşlarla Anadolu'ya yerleşilmiş ve bugünlere gelmemize yol açacak ilk adımlar atılmıştır.
Ancak büyük göçten sonra yüzyıllar geçmiş. Anadolu insanı topraklarına yalnızca silah ve kuvvet kullanarak sahip olunamayacağını, toprağı korumanın en büyük yolunun ormanlar olduğu bilincine yeterince erişmemiştir. Evliya Çelebi'den öğrendiğimiz Anadolu'daki orman varlığından ise çok şeyler kaybetmiş bulunmaktayız. Dünya topraklarının 190'da birine sahip olan ülkemizin yine dünyada bir yılda erozyonla kaybedilen toprak miktarının 43'te birine tek başına kaybetmektedir. Erozyonda dünya liderliği ülkemiz açısından çok büyük tehlikedir. Engebeli, erozyona hassas toprak yapısına sahip olan ülkemizin toprak yapısına sahip olan ülkemizin toprağını korumak için büyük çaba harcamamız gerekirken büyük bir vurdumduymazlık içerisinde bulunmamız doğayı tahrip etmemiz, gelecek nesillere karşı sorumsuzluktur. Her yıl tonlarca verimli, toprağımız göllere, denizlere, baraj göllerine nehirler vasıtasıyla taşınmakta, bu toprakları yeniden kazanma olanağı da hiç yok gibidir.
Doğanın tahribatı, çarpık ve yanlış kentleşme her yıl olduğu gibi bu yılda su baskınlarına, taşkınlara, kentlerin çamurlarla kaplanmasına neden olmuştur. Yine İzmir, İstanbul ve Marmaris gibi belli başlı yerleşim merkezleri sellere çamurlara teslim olmuş can ve mal kayıpları meydana gelmiştir. Birkaç gün toplumumuzda ve medyada büyük ilgi uyandıran sel baskınlarını yenişi meydana gelinceye kadar unutuluverdi (!).
Planlı kentleşme, kentlerin çevresinde yeşil kuşak oluşturulması, en azından mevcut ormanların korunması vb. tedbirler yine yapılmayacak ve gelecek yıl yine bildik manzaralarla karşılaşacağız.
Ancak bu yıl İtalya'nın güneyinde yoğun yapışlar sonucu sel baskınlarıyla kentlerin çamurlarla kaplanması sonucu yüzlerce kişinin ölmesi sorunun dünyada başka ülkelerde görüldüğü sebeplerinde ülkemizdeki benzer orman tahribatı ve kentleşmedeki plansızlık olduğunu öğrendik.
Kış aylarında sıcaklıkların mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi nedeniyle Karadeniz Bölgesi'nde yüzlerce hektar orman alanı yangınlarla yol oldu. Yaz aylarının korkulu rüyası orman yangınları bu yıl kış aylarında da görülmüş ve tedirginliğe yol açmıştır. Yaz aylarının gelmesi, havaların ısınmaya başlamasıyla çıkabilecek orman yangınlarına karşı hassas olmamız vatandaşlık görevimizdir.
Ülkemizde meydana gelen orman yangınlarının %95'i insan unsuruna dayanmaktadır. Geriye kalan %5'i ise yıldırım vb. gibi diğer sebeplerdir. Bu nedenle ormanlarımızın yanıp kül olmasının önüne geçmek göstereceğimiz çaba ile mümkün olacaktır. Yine orman yangınlarının hemen hemen tamamı Haziran - Ekim aylarında çıkmaktadır. Çıkan bu yangınlarda bugüne kadar toplam 1.470.000 hektar orman alanımızı kaybetmiş bulunmaktayız. Orman yangınlarıyla yanan yalnızca ağaçlar değil bir çok bitki ve hayvan türü yanarak yol olmaktadır. Yaz aylarında göstereceğimiz çok küçük bir dikkat, çevremizde sorumsuz davranışlara kalkışanlara uyarmak, eğitmekle doğal güzelliklerimizin yok olmasının önüne geçmiş olacağız.
Bu yıl aylarında Amazon Yağmur Ormanları'nda aylarca devam eden orman yangınları dünyanın akciğeri olarak bilenen ormanların çok büyük kısmımın yok olmasına yol açmıştır. Dünyayı kasip kavuran El Nino'nun da etkisiyle sıcaklıkların yüksek seyretmesi yangınlar üzerinde olumsuz etki yapmıştır. Amazon ormanlarının yok olması insanlığın geleceği açısından ciddi tehlikelere yol açacaktır.
Yanan ormanlarla birlikte basından takip edebildiğimiz kadarıyla dünyada kanser tedavisinde kullanılan bir bitki türü tamamen yok oluştur. Ayrıca antropologların ancak 1970'li yıllarda tanıyabildiği bir halkı, yüzyıllardır ormanla uyum içinde yaşayan Yanomamü'lerin de yok olacağını öğreniyoruz. 3 Mayıs 1998 tarihli Milliyet gazetesinde Semra Somersan'ın yazısına göre özellikle batılı altın çıkarma ve kereste şirketlerinin karış karış zehirlediği toprağın, her gün kestiği yüzlerce ağacın tehdidinde yaşamakta olan Yanomamü'lerden geriye kalan üç beşi de orman yangınları nedeniyle bundan böyle kentlerde aç, işsiz yaşamaya mecbur kalacağını öğreniyoruz.
Sel baskınlarının ve orman yangınları ülkemizde görüldüğü gibi dünyanın diğer ülkelerinde de benzer çevre felaketleri ile karşılaşılmaktadır. Orman yangınları, sanayi tesislerinde meydana gelen kirlilik meydana gelen ormansızlaşma tüm dünya ülkelerine aynı ölçüde etkilemekte. Bu nedenle çevre kirliliği dünya insanlarının ortak sorunudur. Ülkelerin ormanları dünya insanlarının ortak malıdır.
Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden atalarımız savaşlarla kanlarını dökerek sahip oldukları toprakları korumamız atalarımıza olan burcumuzdur. Doğayı, ormanları sularımızı korumak geliştirmek gelecek nesillerin kan dökmelerine göç etmek zorunda kalmalarına, refah ve mutlu yaşamalarını sağlayacağı için doğal güzelliklerimiz gelecek nesillerin bizlere emanetidir. Yaşanacak, göç edecek başka Türkiye olmadığı için ülkemiz doğal zenginliklerine el birliği ile korumalıyız.
Muammer KOÇAL
Orman Mühendisi
"SİVRİ SİNEKLE SAVAŞINDA KİM NE YAPABİLİR"
1. En önemli ve etkili savaşım şekli sivrisineğin üreme aşamasında yapılanıdır.
A. Üreme alanlarını ortadan kaldırabiliriz.
1. Fosseptik kapakları sıkıca kapatılır, havalandırma delikleri sinek teli, sünger vb. ile örtülür. (Fosseptikler sivrisinekler için uygun bir saklama ve üreme alanıdır)
2. Yüzme ve sulama havuzu gibi üreme alanı olabilecek yerlerde:
a. su 10 günde bir tamamen boşaltılır (sivrisineğin yumurtadan erişkin hale geçmesi için su sıcaklığına bağlı olarak ortalama 10 gün gerekir)
b. su seviyesi 1 metreden fazla olacak şekilde tutulabilir (sivrisinekler su derinliği 90 cm'den yüksek olan yerlerde üreyemezler)
c. kullanılmadığı zamanlarda yağmurla su tutmaması için tahliye deliği açık bırakılmalıdır.
3. Araba lastiği, boş konserve kutusu, eski leğen gibi gözünüzden kaçması kolay ancak sivrisinek üreme alanı olabilecek alanların önüne geçebilirsiniz (bir atın ayak izindeki suda binlerce sivrisinek üreyebilir).
4. Bahçenizde artezyen vb. su kaynağı varsa suyun akışkanlığının önündeki engelleri kaldırabilirsiniz (sivrisinekler yalnızca durgun sularda üreyebilir).
5. Güneş enerjisi ve su depolarına dikkat edin. Bunlar sivrisineklerin yeni habitatları olup kapaklarını ya sıkıca kaparın ya da tel örgüyle örtün (Anofel davranış değiştirerek üreme alanlarını bataklık kırsal alanlardan kentsel alanlara taşıdı).
6. Bahçenizdeki su kuyusu sivrisinekler için hem iyi bir üreme alanı hem de dinlenme yeridir. Ağzını benzer şekilde kapatın.
B. Sivrisinek üreme alanları larvasitlerle ilaçlanabilir. Gambuzya Balığı ile biyolojik savaş yapılabilir. Bunlar belediye, muhtarlık, sağlık müdürlüğüne bağlı sıtma savaş gibi kurumların işi olup sizler gönüllü katkıda bulunabilirsiniz.
II. Uçkun sivrisinekle savaşım: çok pahalı ve başarılı olma şansı çok düşüktür.
A. Dinlenme alanlarının ilaçlanması
1. Geniş sazlıklar, ormanlık alanlar soğuk yada sıcak sisleme yöntemi ile gündüz vakti ilaçlanabilir. Ancak astarı yüzünden pahalı olur.
2. Ahırlar, boş binalar, odunluklar, mağaralarda kalıcı insektisitlerle yüzey ilaçlaması yapılabilir.
B. Bireysel korunma yöntemleri: Bunlar sivri sineği öldürmeye yönelik olmayıp daha çok sıtma savaşında etkili yöntemlerdir.
1. Evlerin kapı ve pencelerinin sinek teli ile kapatılması
2. Aerosol insektisitlerle evlerin ilaçlanması
3. Ev duvarlarının kalıcı insektisitlerle ilaçlanması
4. Vücudumuzun açıkta kalan yerlerine sivrisinek kovucu losyonlar sürülmesi
5. Uyku için ilaçlı ilaçsız cibinliklerin kullanılması
6. Piyasada çeşitli formlarda satılan (tablet, likit, spiral vb.) sivrisinek kovuculardan yararlanılması
7. Bahçenizde sivrisinekleri yaklaştırmadığı düşünülen bitki ve ağaçları yetiştirebilirsiniz
8. Sinek ve böceklerin doğal düşmanı sayılabilecek kırlangıç, kurbağa, kaplumbağa, yılan, arı kuşu, kertenkeleleri rahat bırakabilirsiniz.
III. Yapılamaması gerekenler
A. Belediye, Sağlık Ocağı gibi kurumları arayıp atmosferi ilaçlamalarını istemeyiniz: Bu havaya para sıkmayı istemek olur.
B. Mart - Ekim ayları arasında ateşlendiğinizde griptir demeyin. Belki de sıtmadır. Sağlık Ocağınıza başvurup 2 damla kan verin.
F. Çakır / H. Thol-Schmitz
Eski Ahit, Tekvin, Bab 3 - 17
İncil'e baktığımızda, insanoğlunun doğaya ilk müdahalesi olarak Havva'nın elma hırsızlığı ve daha sonra paniğe kapılan Adem'in incir yaprağını koparmasıyla karşılaşıyoruz. Bu olaylardan sonra çevre yavaşça, ama istikrarlı bir şekilde baş aşağı gitmeye başladı.
Diken ve çalı cezasını insanoğlu ateş ve alınteri ile karşılamayı bilgi. Bugünlerde bunlara, gelişmeyle birlikte beton ve buldozer de eklendi. Sonuç kelimenin tam anlamıyla yok ediciydi.
İnsanlar nerede avcılık ve toplayıcılıktan, toplumsal ve organize olmuş bir yaratığa dönüşen gelişmeyi gösterdiyse, orada çevresini mümkün olduğu kadar kendi lehine değiştirmiştir. Arsa kazanımı için ormanların yok edilmesi, site yapımları, yabani hayvanların ıslah edilmesi, suni sulama - bu liste uzun olduğu kadar kendi içinde tutarlıdır da, doğanın buna cevabı yavaş fakat acımasızdı. Gezegenimizdeki bu değişim, endüstri devimiyle birlikte önceden var olan doğa istismarı, zararlı kimyasal maddelerin üretimiyle dramatik bir şekilde daha da hızlandı.
Şahsi veya toplumsal, bir çıkarı olan, yapılabilir her şey yapılıyor. Global bir sorumluluğu savunan ikazcılar, yakın geçmişe kadar alay ve hakaretle karşılandı. Artık da kötü olamayacağına dair yaygın bir iyimserlik hakimdi. Daha antik yazıtlarda bile "sokaklardaki dayanılmaz gürültü, kirlilik ve kötü koku" ile şehir hayatının stresli ortamından şikayet ediliyordu. Uygarlaşma ve toplumsal gelişmenin sonucu olan "doğal yaşam kalitesindeki" eksilme çabuk ortaya çıkmıştı, kaldı ki o zamanki sonuçlar, bizim için günümüzdeki sonuçlara kıyasla çok daha az vahimdi.
Doğal yaşam kalitesinin çöküşüyle birlikte, belki daha da süratli bir şekilde, bugün artık gerçekten hiç kimsenin vazgeçmek istemediği uygarlaşmanın rahatlıkları elde edildi. Radikal kökten çevreciler bile, sadece toplumsal hayata katılımlarından dolayı bu trende katkıda bulunuyorlar. Kim, çağdaş tıp, elektrik, taşımacılık ve iletişimden vazgeçmek ister? Bunu yapan çok az sayıdaki gruplar ve kişiler (bazı dini tarikat üyeleri veya marjinal kişiler) etkisiz bir azınlıktır. Fakat onlar da bir gün çevrenin "kara deliğine" çekilecektir, çünkü doğa suçlu veya suçsuzu ayırt etmeden toptan cezalandırır. Zamanın geriye döndürülmesi mümkün değildir. Bunu başarmak adına yapılan her deneme, büyük bir paradoks oluşturuyor. İnsan eli değmemiş "yeryüzü cennetlerine" yapılan keşif yolculukları, ancak yüksek teknolojik metotlarla mümkün olabiliyor.
ÇIKMAZ BİR SOKAKTA BULUNUYORUZ!
Bu yolun sonunun - bazıları için yakında, bazıları için uzakta görünsede bir başlangıcının olması kadar varlığı kesindir. Ne yapmalı?
Elimizde kalanlar, koruyup savunmalıyız. Bir kurtarma harekatı ancak kurtarılacak hiç bir şey kalmadığı zaman, çevre için duyulan endişe, ancak son ağaçla birlikte bitebilir.
Brecht'in 100. Doğum yılı nedeniyle ondan bir şiirle kapatalım.
Dalları kesiyorlardı, üzerinde oturdukları
Ve bağırarak birbirlerine, tecrübelerini anlatıyorlardı
Daha hızlı nasıl kesilebileceğine dair, ve keserken
Çatırtılarla aşağıya düşüyorlardı, onları görenler,
Başlarını sallayarak, kesmeye devam ediyorlardı.
Bertholt Brecht (Exil III)
Thomas SCHMİTZ
Gökova'dan uzak kalan herkes bu duyguyu bir ölçüde yaşamıştır. Gökova bu duyguyu çok yaşanılası kılan bir yer kuşkusuz ama özlenilen coğrafyayı genelleştirirsek bir "güney hasretinden" söz etmek mümkündür. Ben bu duyguyu ilk kez yaklaşık otuz yıl önce yaşadım. Halikarnas Balıkçısı'ndan *Mavi Sürgün*ü okuduğumda Bodrum'u ve Gökova'yı görebilme, kitapta anlatılan doğanın bir parçası olma arzusu ile dolduğumu hatırlıyorum. Türkiye haritasını önüme alır Bodrum ve Gökova'yı gösteren kıyı çizgilerini saatlerce inceler ve kitapta anlatılanları sanki o haritada görmek mümkünmüş gibi hayal kurardım. O yıllarda görsel olanaklar çok kısıtlıydı. TV yayıncılığı başlamamıştı. Gazetelerde ve dergilerde Bodrum ve diğer güney kentlerinin fotoğrafları ya şimdiki kadar sık yer almazdı yada ben bir ilkokul öğrencisinin olanaklarıyla bunlara ulaşamaz rastlayamazdım. Bodrum'a ve Gökova'ya ulaşmanın tek bir yolu kalıyordu *Mavi Sürgün*ü bir daha okumak. Cevat Şakır'in Bodrum'a ilk ulaştığı bölüme kadar anlatılan sıkıcı kara yolculuğunu atlayıp, kitabın geriye kalan kısmını bir daha okumak ve düş kurmak.
Hasretim benimle birlikte büyüdü. İlk kez yirmi yaşındayken 1978'de Bodrum'a gidebildim. *Mavi Sürgün*den geriye kalan Bodrum'u bulmaya yaşamaya çalıştım. Sonuç tam bir hayal kırıklığı olmasa bile düşlerimin daha güzel olduğunu bir şeyleri kaçırmış olmanın hüznünü duyumsadığımı hatırlıyorum. Gümbet'te çadır kurmuştuk. Kısıtlı paramızla Gökova'ya hasretimi bir ölçüde dindiren yahut belki de azdıran yazınsal metinler ve görsel olanaklar daha çoğalmıştı. Balıkçının tüm eserlerinin yeni baskıları yapılmıştı. Azra Erhat'ın "Karya'dan Pamfilya'ya Mavi yolculuk" kitabı yeniden ve fotoğraflarla basılmıştı. Televizyonda ilk mavi yolcuların katılımıyla çekilmiş bir mavi yolculuk belgeseli dizi halinde yayınlanmıştı. Bodrum'un Gökova'nın, genel olarak güney Ege ve Akdeniz'in moda olmaya başladığı, romanlarda öykülerde mekan olarak seçildiği, mavi yolculuk yapmanın, güneye yerleşmenin, veya "güneye kaçma"nın moda olarak benimsenmeye başlandığı bir dönemdi.
Evet kaçmak. Kaçmak hem moda oluyordu hem de beli bir ihtiyaç. O dönemde korkunç bir terör ortamında yaşıyorduk. Her gün onlarca insan kanlı terörün kurbanı oluyordu. İstanbul'un orta yerinde üniversiteye gittiğimiz belediye otobüsünden insanlar alınıp kafasına kurşun sıkılıyor, genç insanlar askı telleriyle boğuluyor, öğrenciler bombalı kıyımlara uğratılıyor, çöplüklerde, kent yakınlarındaki kırlarda işkence edildikten sonra öldürülmüş çeşitli uzuvları olmayan insan cesetleri bulunuyordu. Kentler ya bütünüyle yada mahalleleri sokaklarıyla terör odakları tarafından bölüşülmüştü. Sokağa çıkmak risk almak demekti. Bu ortamın özellikle benim kuşağımın kolektif bilincini çok etkiliğidini tahmin ediyorum. Terör bizi tutsak etmişti. Bazılarımız için güneye kaçmak belki de terörden de kaçmak, kentin kanlı gerilim ortamında yaşayamadığımız bir şeyleri aramak. Hoşgörüsüzlükten kurtulmak demekti. Bireysel bir kurtuluş çabası.
Kişisel olarak bu kaçış duygusunu, bu kaçış ihtiyacını yoğun biçimde yaşadığımı hatırlıyorum. Bu belki de edilgin bir direnişti. Bedenim her gün okula gidip geliyor ama zihnim çoğunlukla başka bir yerde, "güneyde" oluyordu; zihinsel kaçışımı okuduklarımla destekliyordum. Bu daha çok benim hayalimde yaşattığım bir "güney"di Romanlardan, öykülerden, gezi yazılarından süzdüğüm ve öznel tercihlerimle harmanladığım bir bileşim, bir Utopia.
Beni spesifik olarak Akyaka'ya yönelten iki kitap olmuştur. Sayın Melih Cevdet Anday'ın Cumhuriyet yayınlarından çıkan "Anadolu'da Sosyalist Ülkelerde" adlı gezi anıları ve köydeşimiz sayın Yaman Koray'ın "Büyük Orfoz". 1979 - 1980 kışında Gökova _ Akyaka'ya gitmeye karar verdim ve 1980 Eylül'ü başında Gökova Orman Kampı'nda ilk kez çadırımı kurdum. Hayalimdeki "güney" ile böylesine örtüşen bir coğrafya ve sevecen insanlar ile karşılaşmanın şaşkınlığı ve coşkusu ile buraya yerleşip yaşamaya karar verdim. Kararımı hayata geçirebilmek için on üç yıl daha bekledim. Gökova hasretiyle geçen on üç yıl. Bu on üç yıl içinde hemen hemen her Eylül ayında Gökova'ya geldim. Senelik izinlerimi hep Gökova'da ve hep Eylül ayında geçirdim. Gökova kuşkusuz yılın her mevsiminde her ayında çok güzel bir yer ama, Gökova Eylül'de bence bir başka güzel oluyor.
1993 Nisan'ından beri sürekli Gökova'da yaşıyor yani bir anlamda Gökova hasretini unutmuş iken geçtiğimiz kışı zorunlu olarak İstanbul'da geçirdim. Hiç de hoş geçmeyen bir altı ay yaşadım.
Gökova Hasretim hemen depreşti. Hasretimi buradaki dostlarıma yaptığım telefon söyleşileri ve köyden aldığım mektuplar ve bu arada bana postalanan "... İŞTE GÖKOVA!" ile dindirdim. Kendim sürekli Gökova'dayken "... İŞTE GÖKOVA!" nın bu işlevinden haberdar değilim.
Gökova'dan mahrum olan dostlar için "... İŞTE GÖKOVA!" yı almanın ne anlama geldiğini artık daha iyi biliyorum. Adeta bir çeşit ilaç, bir kavuşturucu gibi.
Burada konuyla bağlantılı bulduğum bir hususa değinmeden geçemeyeceğim. İstanbul'da konuştuğum tüm eski dostlarım oradaki yaşamlarını bir mecburiyet olarak algılıyorlar. Hemen hepsi "güneye hasret" kent tutsakları. Mesleklerinin sürdürmek için kentte olma zorunluluğu, çocuklarının eğitimine dair kaygıları, evlerinin borcu vb. bir çok şey onları güneye kaçmaktan şimdilik alıkoyuyor. Ama hepsi günün birinde güneye kaçmayı istiyor, kaçabilmeyi ümide ederek kentin tutsaklığına katlanıyor. Kent mi? Kenti sormayın. Kanserli bir organizma gibi büyüyor. İnsani, bilimsel, estetik ilkelere pek de aldırış etmeden, içinde barındırdıklarını da her gün daha çok kendine benzeterek dalga dalga yayılıyor.
M. Ersan Göktay
DUYURU
CUMHURİYET KUPASI
Cumhuriyetimizin kuruluşunun 75. Yılı kutlamaları kapsamında beldemizde 24 - 25 Ekim 1998 tarihlerinde "cumhuriyet Kupası Satranç Turnuvası" düzenlenecektir. Organizasyonun GAS Derneğinin üstlendiği turnuvada ilk üç dereceye giren oyunculara ve 16 yaş altı en iyi dereceyi yapan oyuncuya çeşitli armağanlarımız olacak. 1 vites bisikletin sahibini bulacağı turnuvanın çekişmeli geçeceğini şimdiden söyleyebiliriz.
Sonraki sayımızda ayrıntılarını öğrenebileceğiniz organizasyonla ilgili telefon numaralı aşağıdadır. Başarılar dileriz.
DİKKAT!
Yönetim kurulu kararına göre, bildiğiniz gibi, aidat yılı 01 Ocak'ta başlar ve 30 Haziran'a kadar aidatların ödenmesi gerekir. Bu tarihe kadar aidatlarını ödemeyenler, Eylül ayındaki genel kurul toplantısında oy haklarını kaybederler, lütfen son ödeme tarihine dikkat edelim ve genel kurula katılalım.
Teşekkür ederim...
Mustafa TAŞKESİĞİ
Sayman
??? "KAYIP ÜYELERİMİZ" ???
Aşağıdaki belirtilen üyelerimizle, taşınmaları ve yeni adreslerini bize bildirmemeleri nedeniyle temas kuramıyoruz.
Adreslerini bilen veya kendilerini tanıyanların, lütfen bizimle irtibat kurup, onlarla iletişim kurabilmemiz için yardımcı olmalarını rica ederiz.
Sağ olun ...
- Cengiz Cankurtarancı
- Ahmet Metin
- Berna Önücan
- Seçil Akkurt
- Hasan Kara Bıyık
- Metin Akgün
- Gülay ve Sami Çekiç
- Hidayet Gündüz
- Bülent Yılmaz
- Remziye Çağlar
GAS-DER YÖN. KUR.
Sayın belde sakinlerimize sergilerimizi sunarım ...
Beldemizin bugünlere ulaşmasına katkıda bulanan aramızda olmayanlara Allah'tan rahmet sağ olanlara sağlık esenlikler teşekkürler ...
Atalarımız "Yiğidi öldür, hakkım ketim etme" derler. Ayrıca yeri gelmişken ifade etmek faydalı olur. Beldem eksiklerden biri olan Akyaka'yı diğer güzel evlerimizin yanında güzel camimizi yaptıran Mehmet Kaçar Bey'e bizleri yardımına esirgemeyen sayın başkanımız İsmail Bey ve belde sakinlerimize bizleri yalnız barakmadıkları için yerel basınımız aracılığıyla tekrar memnuniyetimizi ifade ederiz ...
Bugün medeniyetten, insanlıktan uzak kalmış en kötü insanların bile susadığı, muhtaç olduğu bir olgu var: SEVGİ. Sevmek, sevilmek çok güzel şey, tabii bilen için. İnsanı sevmek, doğayı sevmek, hayranları sevmek, yaşadığımız toplumu, oturduğumuz beldeyi sevmek. Din, iman, Kur'an, Peygamber, ALLAH'I sevmek. Hele hele devam ettirdiğimiz AKYAKA'yı sevmek.
Sevgiyle tomurcuklar çiçek olur, gül açar, arılar bal yapar, insanlar boşça hayat sürer ...
Yunus Emre: "Sevelim, sevilelim. Dünya Kimseye Kalmaz." Diye ses verdi bizlere.
Hüseyin ERBAŞ
Akyaka Merkez Camii İmanı